Dar-ül Erkam
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HAYVANLAR ÂLEMİ-3

Aşağa gitmek

HAYVANLAR ÂLEMİ-3 Empty HAYVANLAR ÂLEMİ-3

Mesaj tarafından Selim Paz Tem. 30, 2023 3:11 pm

HAYVANLAR ÂLEMİ-3
SELİM GÜRBÜZER

KUŞLAR
Yüce Allah (c.c); “Yer ile gök arasında musahhar ol(arak uçuş)an kuşlara bakmadılar mı? Bunları (orada) Allah-ü Tealadan başkası tutmuyor. Bundan da iman edecek bir kavim için nice ayetler (ibretler) vardır” (Nahl,79) diye beyan buyurmakta.
Kuşlar uçmalarına engel olmasın diye hafif ağırlıkta yaratılmışlardır. Aksi takdirde kendilerini savunamayacaklardı. Zaten azaları geniş ya da sert veya ikisi arası orta ağırlıkta yaratılmış olsalardı besinlerini almakta zorlanacaklardı. Özellikle gerek yürüme, gerek uçma, gerekse yere konmak için iki ayaklı yaratılmışlar. Hatta ayakları üzerinde ince ve deriden bir örtünün olması ona dayanıklılık sağlıyor. Keza ayaklarının tüyle kaplı olmaması tüylerine çamur türü şeylerin yapışmamasına yönelik bir planın gereği olarak karşımıza çıkıyor. Kanatlarının yarım daire şeklinde örülü kemiklerle donatılması ise kanatlarına çırpma manevrası kazandırmak içindir. Ayrıca beslenme esnasında her türlü olumsuzlukların yaşanma ihtimaline binaen pençeleri yere düşen bir şeyi tam manasıyla kavrasın diye hem geniş tutulmuş hem de güçlü kılınmıştır.
Bilindiği üzere kuşların ağzında diş yoktur, varsın olmasın, çokta önemi yok. Zaten bu iş için gagaları diş vazifesi görüyor ya, bu yetmez mi? Baksanıza tüyler ise dökülmeyecek şekilde dizayn edilmiş ki çıplak kalıp üşümesinler. Hatta tüyler hafif yaratılmış ki ötelere rahat uçabilsinler. Belli ki ortada ince bir plan var. Düşünsenize kanatları suyla temas ettiğinde bile titrek tüyler sayesinde su zerrelerini biranda salmanın yanı sıra tekrar normal hafif konumuna dönebiliyor. Bundan öte kuşun tüyleri arasına rüzgâr girip uçuşa engel olmasın diye az açılır donanımlı yaratılmıştır. Tüyler, aynı zamanda vücut sıcaklığını muhafaza eden klima görevi üstlenir. Peki bu durumda su kenarı veya suda yaşayan kuşların hali nice olur derseniz, malum onların kanatları hem soğuktan korunsunlar hem de su vücuduna nüfuz etmesin diye yağlı yaratılmıştır. İşte çözüm bu. Nitekim karabatak ve martıların kanatları böyledir. O halde karabatak su içerisinde üşür diye boşa heyecan yapmayalım. Onu yaratan Allah vücudunu su geçirmez yağ tabakadan donatıp onu fazlasıyla korumakta. Bir başka dikkat çeken husus ise fırtına ve yağmurun geleceğine işaret taşı sayılan martıların karaya vurması hadisesidir. Böylece denizciler bu işaret sayesinde tüm önlemlerini almış olurlar. Keza leylekler göç mevsimi göründüklerinde o an kar yağsa bile kış devam edecek anlamına gelmeyecektir. Zira onların gelişi baharın gelişi demektir. Yine deniz kuşların en büyüğü diye bilinen albatros ise üreme mevsimi geçtikten sonra okyanus ötesi gideceği menzile hiç şaşırmadan yol alabilen bir kuş olarak dikkat çeker. Bu arada her sene çiftleşip neslinin devamı adına bir tane yumurta yumurtlamayı da ihmal etmezler.
Ayrıca ilginç çeken bir başka kuş ise şüphesiz balıkçıl kuşudur. Şöyle ki balık, kurbağa, yengeç her ne varsa yakalayıp yeme becerisi sergileyebilen bir hayvan. Ayrıca sakın ola ki onun bacakları uzun ve kemikli olmasına bakıpta tüyle kaplı olmamasına üzülmeyin. Tabiî ki tüysüz olması onu her an ısı kaybına uğratacağı muhakkak. Fakat demokrasilerde çareler tükenmez derler ya, aynen öyle olduğu üzere zaman zaman tek ayak üzerine durup kendince çözüm bulmuş bile.
Peki, kuşlar bitip tükenmek bilmeyen bu enerjiyi neye borçlular derseniz gayet basit. Vücudunda bulunan radyatör görevi yapan soğutma sistemi sayesinde elbet. Bu sistem olmasa tıpkı bir araç motorunun ısınmasıyla birlikte patlama söz konusu olacaktı ki, kuşu yaratan hiç kuşkusuz ona has radyatör donanımı ihsan etmeyi de ihmal etmeyecektir. İşte bu iş için akciğerle irtibatı kesmeyecek hava torbaları (radyatör) bu vazifeyi fazlasıyla yerine getirmeye yetiyor artıyor da. Böylece hava torbaları bir yandan vücutta fazla ısıyla nemi atarken, diğer yandan ise karbondioksit verip yerine oksijen alımını sağlar. Bu arada kuşun kalbi motor rolü, göğüs azaları ise uçuş malzemesi görevi üstlenir. Derken bu donanıma sahip kuşlar tıpkı kuzey kutup dairesi civarında kuşlar gibi yuvalarını yaptıktan sonra güneye doğru uçarlar. Fakat konakladıkları yerlerde yaz bitimiyle birlikte tekrar dönüş yaparlar. Belli ki yapılan tüm göç uçuşları için takriben çeyrek milyon defa kanat çırpmak gerektirir ki; bu yüzden kuşlara pilotların piri dersek yeğdir.
Kuşlar tek kanaldan hem dışkısını, hem yumurtasını dışarı çıkarması bile sıradan bir olay gibi gözükmüyor. Dolayısıyla kuşlar yumurtlar, fakat doğurmazlar. Zaten bir kuş yavrusunu karnında taşıyacak nitelikte yaratılmış olsa taşıma zorluğundan uçması mümkün olmayacaktı. Bu arada Allah-ü Teala yarattığı kuşa yumurtası üzerinde kuluçkaya yatma içgüdüsü ve yavrularıyla aynı mekânı paylaşmasına yönelik otlardan yuva yapma becerisinin yanı sıra kuluçka evresinin son demlerinde gagasıyla yumurtaları parçalayıp yavrusunu besleme ilhamı da vermiştir. Böylece her yıl dünya üzerinde milyarlarca kuş hayata veda edip yerine yenileri gelmekte. Yani yumurtalar aracılığıyla her yaz gök kubbeyi hoş seda ile şenlendiren canlar uçuşmakta.
Gerçekten yumurta deyip geçmemeli. Çünkü kuş yumurtası harika bir sanat ürünü. Öyle ki yumurta gözenekler açık tutulabildiği gibi kapanıyor da. Niye derseniz, özellikle suda yüzen kuşların bu sisteme çok ihtiyaçları var. Aksi takdirde suyun gözeneklere girmesi sonucu civcivin oksijensizlikten dolayı boğulması söz konusu olacaktır. Sadece yumurta kabuğundan su sızsa gam yemeyiz, bakterilerin fırsattan istifade içeri dalmaları her an mümkün olabiliyor. Dolayısıyla tedbir babından gözenekler kapanır açılır şekilde tasarlanmıştır.
Kuşlar rızk aramak uğruna diyar diyar uçmaktan bir an olsun geri durmazlar. Kuşun yemek borusu kursak taşlığına kadardır. Bu yol boyunca kademeli bir şekilde yiyecekler usul usul geçmekte olup, topladığı danelerin doğrudan doğruya taşlığa gitmenin önü kesilir. Yani kursak bir noktada alınan gıdayı hem depo etmeye, hem de mideye indirmeye yarar. Bu alınan gıda solucanda olsa fark etmez derhal kursağa indirilir.
Yarasa, Huma gibi kuşlar yükseklerden uçarken gündüz değil geceleyin dışarı turlamaktalar. Mesela yarasa turlarken gözleriyle değil vücutlarında yer alan radar sistemiyle etrafı kolaçan etmekte. Yani radar sistemi sayesinde neşrettiği yüksek frekanslı ses dalgalarının nesnelere çarpmasıyla birlikte geri dönen ekostik yankıyla yönlerini tayin ederler. Böylece rızklarını havada uçma esnasında böcek avlayarak temin ederler. Hatta vampir yarasalar da vardır. Bunlar malum hayvanların kanlarını emerek beslenirler. Neyse ki hayvanın kanını emerken acı ve sızı vermiyorlar. Tam tersi sızıverme bir yana büyük bir ustalıkla toplardamarı bulup anestezi işlemine benzer bir metotla yarmaktadır. Yarasaların en irisi ise tilki yarasalar olup beslenme kaynakları çiçek ve meyve olmaktadır. Ayrıca bu tiplerin diğer yarasalardan farkı gözlerinin keskin olmasıdır. Fakat bunların radar sistemleri fazla gelişmemiştir.
Bütün kuşların tüyleri senede bir dökülüp yerine yenisi gelmekte. Dolayısıyla tüy deyip geçmemek gerekir, yenilenmesi önemini ortaya koyuyor zaten. Zira baykuş tüylerinin yumuşak ve uzun olması yavaşça süzülerek uçsun diyedir. Şahinin tüyleri kısa olup ona hızlı uçuş kabiliyeti sağlamak içindir. Keza karabatak kuşunun rızkı da su olması hasebiyle tüy ona yüzme ve dalgıçlık kabiliyeti verir. Bu arada dalgıçlıktan söz etmişken dalgıç kuşlarının çürüyen otlar üzerinde mesken tuttuklarını, su kuşların ise su üzerinde yüzen bir mekânda kuluçkaya yattıklarını bilmekte fayda var..
Kuşlar aynı zamanda yuva yapmakta mahir canlılardır. Hele bunlar arasında bir kuş var ki dokumacılara adeta parmak ısırtan cinsten. Şöyle ki etrafında topladığı saman çöplerini ilmikleyip halka halinde yuva örüyor. Tahmin etmişsinizdir, bu kuş adı üzerinde dokumacı kuştan başkası değildir. Ördüğü yuvanın giriş kapısı altta olup yumurta ise antrenin rafında muhafaza altına alınmıştır. Hatta düşmanlarına yem olmamak için yuvasını tersine örecek kadar emniyeti elden bırakmadıkları gözlemlenmiştir. Yuva derken elbette sadece dokumacılık akla gelmemeli. Zira Afrika ve Asya’da yaşayan gugukgiller cinsinden bir kuş var ki; yerleştiği ağaç kovuğunu erkeğin getirdiği çamuru tükürüğü ile bulamaç haline getirdikten sonra yuvasını ağzıyla rahatlıkla sıvayabiliyor. Öyle ki sıvaya sıvaya sadece başını çıkartacak kadar bir pencere (delik) bırakır. Böylece yavruları yumurtadan çıkacağı ana kadar erkeğinin getireceği gıdaları delikten başını çıkartmak suretiyle almaktadır. İşte erkeğin dış işlere bakması, eşinin ise iç işlere adaması denen olay bu olsa gerektir. Keza bir başka kırlangıca benzeyen bir kuş türü var ki; tükürüğü kaya yüzeyini yapışkan hale getirir. Derken yarım daire şeklinde tükürüğün kalınlaştığına iyice emin olduktan sonra yumurtalarını o alana (belirlediği kaya yüzeyine) bırakıp neslin devamını bu yöntemle devam ettirir. Yine bir bambaşka tümsek yapan bir kuş var ki; o da çürüyen bitki artıklarından tümsekli yuvalar inşa etmekte mahir usta bir kuş. Hatta inşa ettiği tümseğin tepesinde nöbet duran (gözetim kulesi) erkeğin gözetimi altında yumurtalarını bile muhafaza edebiliyor. Hâsılı tüm verdiğimiz örneklerden anlaşılan şu ki; kimi kuş yumurtalara bir ağaç kovuğu, kimi yumurtalara bir kaya parçası üzerine çizilen yapışkan bir daire, kimi yumurtalara da tümsekler mekân olabiliyormuş.
Güvercinler üç aylık olduklarında uzak diyarlara uçup tekrar evine dönmesini bilecek şekilde eğitilirler. Eğitimini tamamlayan güvercin sahibi tarafından özgür bırakılsa da 2400 kilometre uzaklığı bulan diyarlara uçuşun ardından evine dönebiliyor. Belli ki onu yaratan güç pusulasız evine dönmesini sağlayacak ilham kuvveti vermiş. Bu arada insanında hakkını yememek gerekir. Zira insanoğlu güvercinlerin bu özelliklerinden hareketle onları haberleşme aracı olarak kullanmayı bilmiştir. Yine güvercinin bir başka ilginç özelliği kuluçka esnasında yumurtaya tam olarak yapışık kalmamasıdır. Çünkü tam yapışık kuluçkaya yatsaydı vücut teri yumurtayı bozup, böylece yavru oluşamayacaktı. Demek ki her şey bir hesap ve plan içerisinde cereyan ediyor.
Malum kartallar güçlü pençeleriyle kaplumbağayı göklere çıkarıp bir dağın veya kayanın üzerine geldiğinde avını bırakıp parçalanmasını sağladıktan sonra kendisine ziyafet çekebiliyor. Hatta Filipinler'de bir kartal türü var ki avlama sanatının üstünlüğüne atfen maymun yiyen kartal olarak anılır. Kartalların en büyüğü ise Güney Amerika’da yaşayıp son derece kuvvetli pençeleri ve çevik hareketleriyle dikkat çekenidir. Bunlar aynı zamanda maymun yakalamakta mahir hayvanlardır. Ayrıca bir de balıkçıl kartallar var ki; bunlar bir yandan su üzerinden 30 metre yükseklikte çemberimsi daire çizip uçarken, öte yandan su altında balıkları nokta atışı maharetle radar misali yerini belirleyip avını avlamakla meşhurdurlar. Kartallar için en veciz söylenilecek bir kelam varsa, o da “Kartallar yükseklerden uçar” sözüdür.
Kargaların gıdası genellikle leş ve hayvan tersleridir. İlginçtir erkek kargalar dişi kargalarla bir arada pek bulunmazlar. Zekâ yönünden ise insansı davranış sergilerler. Nitekim Habil kabil olayında; Kabil, kardeşi Habil’i öldürdüğü zaman bir anda ortada kalan cesede ne yapacağını düşünürken birde ne görsün yanı başında bir karga toprağı eşeleyip avını gömüyor. Tabii bu durum karşısında Kabil; “Bir karga kadar bile olamadım” deyip mezar kazmayı keşfetmiştir.
Bir dölengeç kuşu düşünün ki göklerde uçuşurken aşağılarda ne var ne yok iyi görebiliyor. Nitekim insanların bıraktıkları her ne varsa ardından toplamayı da ihmal etmezler. Dikkat edin ardından diyoruz, yani kesinlikle kendisini koruma adına insan önünden yiyecek toplamazlar.
Dünyanın en büyük dağ kuşları hiç kuşkusuz And akbabasıdır. Onlar And dağlarında uçarken öte yandan keskin gözleriyle aşağıları taramayı da ihmal etmezler. Böylece aşağılarda birçok ölmüş hayvan leşleri onlar sayesinde temizlenmiş olur.
Ya cennet kuşlarına ne dersiniz. Adı üzerinde cennet. Yani hem adı güzel hem de kendisi. Vatanı ise Yeni Gine, Kuzey Amerika ve civarı adalarıdır. Bir başka özellik ise erkeğin dişisinin dikkatini çekmek adına hem süslenmesi hem de nağmeler dökmesidir. Hatta kuyruğundaki renkli sorguçlarını yelpazelendirip izdivacını ilan etmekten geri durmaz da. Onlar işte bu yönleriyle dünyanın en güzel kuşları olmayı çoktan hak ettiler bile.
Kuşların uçmayanları da var elbet. Üstelik sayıları bir hayli kalabalık ta. Mesela deve kuşu bunun tipik misali olup temel gıdası bitki olmaktadır. Keza yediği gıdaları yuttuğu taşlarla öğüterek hallederler.
Hâsılı kelam; kuşlar semada uçan mükemmel uçaklar olmanın yanı sıra bazı türleri var ki; hem iyi bir dalgıç, hem de denizde iyi yüzen bir gemidir.
PAPAĞAN
Genelde bir insan hep aynı şeyleri söylediğinde sıkılıp hemen; “Papağan gibi tekrarlama” uyarısında bulunuruz ya, nedeni gayet basit. Çünkü papağan böyle bir hayvan, ağzından taş patlasın 40–50 kelimelik bir cümle çıkartabiliyor. Hele hele evcil olarak kafesinde esir yaşadığında taklit özelliği daha da derinlik kazanır. Fakat çevrede özgürce uçuştuğu zamanlarda bu özellik yoktur. Dolayısıyla insan gibi düşünüp konuşan bir varlık değil, sadece taklit yapmak özelliği olan bir hayvan. Belli ki cümle âlemde düşünerek konuşma kabiliyeti sadece insana has kılınmış.
Papağanları dişisinden veya erkeğinden ayırmak için en pratik yol, şayet erkeğin sevgi gösterisi karşılık bulursa anlayın ki karşıtı dişidir, karşılık bulmayıp sinirlenirse erkektir. Zaten karşılık bulduğunda son derece birbirlerine bağlı ve sadakatli olurlar.
Papağanların ayakları dört parmaklı olup, aynı zamanda ağaçlara tırmanmada gagası yardımcı olmaktadır. Nitekim gagasının kalın ve kıvrık olması hem çiçek, meyve ve tohum gibi yiyecekleri kırmada tabla ödevi görmekte, hem de dokunma işlevi kazandırır. Kanatları ise kısa olup çok iyi uçuculardır. Peki ya tüyler? Malum tüylerin yeşil, kırmızı, mavi, sarı, beyaz ve siyah olması hasebiyle seyredenleri kendine cezp eder. Aman efendim seyirde ne demek, seyrine doyum olmaz da. Genellikle barındığı mekân ya ağaç kovuklarıdır, ya da kaya yarıklarıdır. Üremeleri ise yumurtlama yöntemiyle gerçekleşir. Keza bunca güzel yönlerine rağmen olumsuz bir yönü yok mu? Elbet var. Mesela bilinen psittakozu (papağan hastalığı) hastalığı papağanlar vasıtasıyla geçtiğinden bu yönüyle de zararlı olabiliyor.
AĞAÇKAKAN
Ağaç gövdeleri onun için hem bir yuva, hem barınma, hem de beslenme kaynağıdır. Üç fonksiyonu yerine getirebilmek için gereken donanım fazlasıyla kendisinde mevcut. Ağacı oymak için güçlü bir gaga, tutunmak için uzun dilinden çıkardığı yapışkan madde, tırmanmak için kuvvetli tırnak ve ağaca dolanması içinde kuyruk ihsan edilmiştir. Hele bir ağacı oymaya dursun, sanırsın ki inşaatta çalışan işçilerin keser sesleri. Oysa bu ses 800 metre uzaklıkta bile duyulabilen ağaç kakana özgü çalışma sesleridir. O aynı zamanda ağacı kakalamakla kalmayıp ağaç kabuğu içerisindeki böcek ve kurtları da avlar. Öyle ki bir saniyede 15–20 vuruş yapar. Düşünsenize normalde bir insan o vuruşları yapsa beyin kanamasından gitmesi an be an mümkünken, ağaçkakan güçlü beyin yapısı sayesinde beyin travması yaşamamaktadır. Anlaşılan boyun kasları son derece güçlü kılınmış ki beyin kanaması tehlikesiyle karşı karşıya kalmasın. Yani Rabbül âlemin onu her bakımdan korumaya çoktan almış bile.
Ağaçkakanların bir diğer dikkat çeken yönü ise üremek için ağaç gövdeleri üzerinde oydukları oyuklardır. Oyuklar içerisine 3–4 arasında bıraktıkları yumurtaları erkekler döllemenin yanı sıra, yumurtadan çıkacak yavruların bakımını daha çok erkekler alakadar olur.
PELİKAN
Adı: İri kuş türü.
Konakladığı mekân: Tropikal Amerika kıyılarında yaşarlar.
Yiyecekleri: Avladıkları balıklar.
Halk arasında gagasının kaşığa benzemesinden olsa gerek kaşıkçı kuşu diye anılır. Sadece gaga olsa iyi, gagasının altında ayrıca balık avlamaya elverişli ağ da var. Bu heybe sayesinde hem kendisi beslenir, hem de yavrusu. Pelikan gerektiğinde yediği besin cinsine göre renk bile değiştirebiliyor. Her şeyden öte onları en ilginç kılan avlama sanatıdır. Zira önce işe heybesine su almakla iş koyulur, sonra su dolu heybeye balıkların düşmesini bekler. Derken heybeye düşen balıkları gagasının her iki yanından boşalttığı suyla kıskıvrak yutup muradına ermiş olur. Belki de onun böyle bir avlama metodu sergilemesi insana ilham olmuş olsa gerekçi balıkçılar avlamada daha çok ağ kullanırlar. Üremeleri ise koloni halinde olup, ayrıca yumurtalama da söz konusudur. Nitekim ebeveynler yumurtadan çıkan yavruların tam geliştiğine kanaat getirdikten sonra onları kendi kaderleriyle baş başa bırakıp terk ederler. Böylece kendi başlarına kalan pelikanlar birkaç haftaya kalmadan uçuş bile yapacak seviyeye gelirler.
PENGUEN
Adı: Penguen
Cinsi: Kuş
Yiyecekleri: Deniz ürünleri.
Yaşadıkları bölgeler: Kutup ve soğuk bölgeler.
Penguenler kuş cinsi olmasına rağmen uçamıyorlar. Olsun önemi yok, onlarda denizde yüzüş uçuşu yapmaktalar. Hele bir ayakları var ki; sanki bir palet. Üstelik bu paletler ve kuyrukları bir dümen görevi yapıp, bu sayede balık veya karides türü deniz canlıları avlamaya yarar. Hatta rızkı uğruna denizlerde aylarca kalabildikleri gibi daha sonraları kayalık tepelere doğru tırmanıp buralarda mesken tutabiliyorlar. İlginçtir erkek penguenler dişi penguenleri kendilerine çekmek için habire taş hediye ederler. Belli ki taş hediyenin ötesinde bir anlam içeriyor. Zira taşlar sıcak havalarda karların erimesine karşılık tedbir açısından gereklidir. Bu yüzden önemine binaen yuvanın temeli için hediye olarak taş seçilmiş. Yani izdivaç için çakıl taşı bulmak bir vazife. Hatta bu izdivacın ardından yuvasında yumurtlayan penguenler yumurtaları erkeklere emanet edip rızık aramak için denize bile açılırlar. Anlaşılan o ki erkeğin görevi yumurtaların üzerinde iki ay boyunca yatmak ve yavrunun yumurtasından çıkmasına yardımcı olmaktır. Bazen erkek penguenin etrafta hava almak için dolaştığı da görülür, ama yine de ekseriyetle gününü yumurtanın başında geçirmektedir. Ta ki yumurtanın kuluçka devri yaklaşana kadar bu durum devam eder. Dişi penguen ise yuvasına döndüğünde yavrusunun dünyaya gelişini beraberinde getirdiği balıkları takdim ederek kutlar. Derken yavrusuna bakmak üzere nöbeti babasından devr alır. Böylece iki ay boyunca bitap düşen erkek penguen açlığını gidermek adına denize koyulup güç tazeler. Ardından tekrar anne penguenden emaneti teslim alır. İşte bu karşılıklı nöbetleşme sayesinde iyice yetişkin hale gelen yavru penguenin artık bir noktada tek taraflı beslenmeyle yetersizliği ortaya çıkar. Ki; bu durum karşısında baba ve anne penguen, yetişkin yavrusunu diğer penguenlerin arasına bırakıp birlikte denize açılma gereğini duyarlar. Döndüklerinde bunca penguen arasında evlatlarını karıştırmadan seçip tekrardan bağrına basmaları görenleri ister istemez hayretler içerisinde bırakır. Ne diyelim, galiba anne ve baba şefkati bu olsa gerektir.
YARASA
Bakmayın onun öyle kör gözlüm olmasına. En üst seviye diyebileceğimiz radar sistemine sahip programı sayesinde gören gözlere taş çıkartacak cinsten bir hayvan. Nitekim kanatlarıyla yaydığı dalgaların etrafındaki nesnelere çarpması sonucu yansıyan ses dalgaları hem avını yakalamaya yetiyor hem de yönünü (ekolokasyon) belirleyebiliyor. Üstelik beslenme adına çıkarttıkları sesler yirmi binin üzerinde ultrasonik ses dalgaları oluşturduğu için insanlar tarafından çoğu kez duyulmaz da. Beslenmesi genellikle sinek türü zararlı böcekler olup geceleyin ortaya çıkarak rızkını düzenli uçuşlarıyla gerçekleştirirler. Hatta bir saat içerisinde 300 civarında böcek avlayabiliyorlar. Böylece çevreye çok faydalı bir hizmette bulunmuş oluyorlar. Yarasaların bir de kan emen türleri var ki, bunlar için özellikle sıcakkanlı hayvanlardan at ve sığır kanı iyi bir gıda kaynağı olur. Öyle ki vampir yarasalar üst üste ardı sıra kan içmediği zaman ölebiliyor. Barındıkları mekânlar ise karanlık mağaralardır. Yarasalar aynı zamanda hemen hemen dünyanın her tarafında sürüler halinde göç ederek yaşayabilen doğurgan hayvan olup, yazın faal, kışın ise kış uykusuna yatarak hayatlarını geçirirler. Uyurken de baş aşağı uyurlar. Çünkü bu pozisyon beyne kan akışının gitmesini sağlar. Üremeleri çiftleşme şeklinde olup erkek ve dişi yarasalar sadece izdivaç durumlarda bir araya gelirler. İlginçtir doğurduğunda tek bir yavru doğurup, o da birkaç haftaya kalmadan uçuş kabiliyeti kazanabiliyor. Hayat süreleri ise 20 yılı bulur.
ÖRDEK GAGALI PLATİPUS (Ornitorenk)
Birisi çıkıp gelse dese ki bana bir hayvan gösterin ki; o hem memeli, hem sürüngen, hem de yüzücü özellikleri bir arada olan bir hayvan olsun. Tabii böyle bir teklif karşısında daha önceden hayvanlar âlemine ait bir ansiklopedi karıştırmadıysak, derhal bak kardeşim bizimle dalgamı geçiyorsun der, belki de o adamı tınmayız. Evet, tüm bu özellikleri bir arada bulunduran hayvan var. Olur ya bir gün onu kimi zaman kuş gibi kuluçkaya yatıp yumurtlarken, kimi zaman ördek gibi gaga ve perdeli ayakları sayesinde suya dalıp solucan veya küçük balık avlarken, kimi zamanda memeli bir hayvan gibi yavrusunu kucağına almış beslerken görürseniz sakın şaşmayın. Bu sözünü ettiğimiz kompleks hayvan Avustralya’da yaşayan ördek gagalı platipus(Ornitorenk)’dır elbet. Bir elde on marifet sözü sanki bunun için söylenilmiş. Baksanıza savunma silahı bile var. Zira ayak ektremitelerinin altında zehirli dikenleri sayesinde bir çırpıda düşmanını bertaraf edebiliyor. Ayrıca ayaklarının kuşlarda olduğu gibi tırnaklı olması hasebiyle gerek nehir tabanı, gerekse yeraltında bir köstebek misali toprağı eşeleyip kanal açabilme avantajına da sahip. Böylece kazdığı yer veya çukura yumurtalarını bırakıp kuluçka süresinin tamamlanmasıyla birlikte yavrularını dünyaya getirme imkânına kavuşurlar. Peki, bu kadar pek çok özelliği bir arada barındıran bu hayvanı sınıflandırırken hangi sınıfa dâhil edeceğiz sorusu geldiğinde, ne cevap vereceğiz derseniz, malum her şeyde olduğu gibi uzmanına başvurmak gerekir. Nitekim Zoologlar yavrusunu sütle beslediğinden hareketle memeli grubuna dâhil etmişlerdir. Böylece bu sınıflandırmayla iki arada bir derede kalmaktan kurtulmuş oluruz.
TAVUK YUMURTASI
Yumurta deyip geçmemeli, incelendiğinde harika bir sanat eseri karşısında olduğumuzun farkına varırız. Öyle ki yumurta dış kabuğu 15 bin adet mikroskobik gözeneklerle donatılmış durumda. İlk bakışta gözeneklerin varlığı mikropların girmesi için kolaylık gibi görünse de, hiçte göründüğü gibi değil. Zira gözenekler protein yumağıyla kaplıdır. Dolayısıyla her türlü enfeksiyona karşı geçit verilmediği gibi aynı gözenekler muhtemel darbeler karşısında dış kabuğa esneklik sağlayıp yumurtanın bir çırpıda kırılmasını önler. Keza yumurta uç kısmın sivri, alt kısma doğru ise yassı küremsi yapıda olması kabuk kısma dayanıklılık kazandırdığı apayrı bir gerçek olarak karşımızda durmakta. Ayrıca civciv için yumurtanın iç kısmı karanlık bir mahzen olmanın ötesinde sanki bir cennet yurdu. Baksanıza söz konusu mekân civcivin beslenmesine yönelik mineral ve vitamince zengin yaşanılabilir bir ortam olmanın yanı sıra aynı zamanda embriyolojik gelişimini tamamlayacağı iyi bir vatan hükmünde. Yani bu mekân hayat kaynağıdır. Madem dış âlem bir planın eseri yaratılmış, o halde iç âlemde yumurta akı ve sarı renkli sıvı ile dolu bir başka âlem olarak göz dolduracaktır. Ki; öyledir zaten. Yani iç ve dış birbirini tamamlamış haldedir. Peki, ya yumurta akı, malum o da civciv için adeta su kaynağıdır. Sarı renkli sıvı (vitellüs) ise protein ve vitamin içerikli olup, civcivin beslenmesi için hazırlanmıştır. Bu arada, civciv bu karanlık oda da nasıl nefes alıyor derseniz, cevabı gayet basit, başta da belirttiğimiz üzere gözenekler sayesinde hava alıp dışarı karbondioksit salıvermek suretiyle. Belli ki fiziki kurallar yumurta içinde geçerli bir kanun. Şöyle ki; adına difüzyon denilen yayılma yöntemi sayesinde yoğunluğu az oksijen molekülleri yoğunluğu daha fazla karbondioksit moleküllerin çekim etkisi altına girerek gereken işlem tamamlanır.
Tavuğun kuluçka dönemi rast gele bir sayı ile endeksli olmayıp tam tamına 21 gündür. Yani civcivin yumurtadan çıkışı 21 sayısıyla programlanmış. Hatta civcivin embriyolojik gelişimi belli bir hesabın gereği alacağı oksijen ve tüketeceği karbondioksit önceden belirlenmiş bile. İnsanoğlunun çoğu kez planladığı projeler fiyaskoyla neticelense de, bu civciv olunca iş değişiyor. Zira yumurtanın ebadında en ufak bir değişiklik olmaması bir ölçüyü ortaya koymaya yetiyor artıyor da. Dolayısıyla son derece düşündürücü bu mucizevî nizam karşısında O'nun huzurunda “Allah” demekten başka daha ne diyebiliriz ki. Ayrıca kuluçka süresince yumurtanın su kaybı % 16’dır. Belli ki söz konusu %16’lık su kaybı civcivin yumurtadan çıkacağı zaman başını bir boşluk içerisinde hareket ettirip kabuğu kırmak için düşünülmüş bir tasarımdır. Dahası Allah-ü Teala nemli ortamlarda yumurta kabuğundan su buharını atmanın zorluğunu ezeli ilmiyle bildiğinden su buharını tasfiye edecek düzenekle yumurtaya biçim vermiştir. Böylece civciv her halükarda yaratılış programın gereği delik açıp yumurtadan rahatlıkla çıkabilecek duruma gelebiliyor. Derken yumurtadan çıkar çıkmaz yürüyüp annelerinden her hangi bir eğitim almaksızın yemlemeye bile koyulabiliyor. Her şeyden öte şunu belirtmekte fayda var; tavuklarda bir anne yüreğine sahipler. Baksanıza civcivleri koruma süresince tehlike sezdiğinde gerektiğinde canı pahasına da olsa hayatını feda edebiliyorlar.
Ayrıca Avustralya’da Mallee adında bir erkek tavuk var ki neslini devam ettirmek adına mezarımsı çukur kazmayı kendine görev addeder. Dişi ise kazılan çukura yaklaşık 30–35 kadar yumurta bırakmakla erkeğin bu arzusunu yerine getirmiş olur. Fakat burada akla takılan bir soru var ki; anne tarafından yumurta bırakılması iyi hoşta bunların belli bir ısıda kalması gerekmez mi? Elbette gerekir. Şöyle ki bu noktada erkek tavuk hiç üşenmeksizin kum, toprak, bitki parçası her ne varsa gerekli lojistik malzemeleri taşımaktan geri kalmaz. Dolayısıyla içimizden gel keyfim gel diyensimiz geliyor. Zira dişi tavuklar bu konuda çok rahatlar. Niye rahat olmasınlar ki, nasıl olsa çukurların başında gece gündüz 2 aya süreli bekleyen erkek tavuklar var. Keşke her baba Mallee tavuğunun babası gibi olsa da gerçek anlamda “Cennet anaların ayağının altında” hadisi şerifi bir başka mana kazanabilse.
FLAMİNGO
Flamingolar hem uzun ve ince bacaklara sahip, hem de uzun eğri bir boyuna sahip, ördek ve kaz benzeri tüyleriyle dikkat çeken rosa renkli bir kuş cins hayvandır. Geniş perde ayakları sayesinde tek ayak üzerine durmakta, hatta uyuyabiliyor da. Kendisinin ördek ve kazlardan bariz farkı yediği gıdadan ötürü ya da karotin miktarının azlığı veya çokluğuna bağlı olarak tüylerinin renk almasıdır. Böylece onu seyre dalanların zihninde pembemsi harika renk cümbüşüyle bezenmiş kanatlı hayvan olarak yer edecektir. Demek ki işin sırrı karotin renk maddesinde gizliymiş. Yani karotin miktarı az ise kırmızı tondaki renkler beyaz olmakta, karotin çok ise doğal rengine bürünmekte. Mesela Flamingonun yediği gıda karides ise karanfil renk alır. Keza onu ilginç kılan bir başka özellik ise kıvrık gagasıdır. Nitekim kıvrık gagası sayesinde adeta sağlı sollu hareketlerle suyu vakumlayıp filtre edebiliyor. Böylece su içerisindeki minicik canlılar onun gıdası olur. En dikkat çeken yönü ise beslenme uğruna su içerisine başını suya daldırarak suyu bir radar gibi taramasıdır. Derken süzdüğü suyu dışarı tahliye etmek suretiyle kendisi için gereken rızka kavuşur. Üstelik bu işlemi çamurlu su içerisinde narin tüylerini kirletmeksizin gerçekleştirdiği gibi, söz konusu çamur yığınları üzerine yumurtlayabiliyor da.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/medineden-buharaya/640880.html&filter_name=selim+gurbuzer

Selim

Mesaj Sayısı : 332
Kayıt tarihi : 25/01/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz