Dar-ül Erkam
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HAYVANLAR ÂLEMİ-4

Aşağa gitmek

HAYVANLAR ÂLEMİ-4 Empty HAYVANLAR ÂLEMİ-4

Mesaj tarafından Selim Paz Tem. 30, 2023 3:12 pm

HAYVANLAR ÂLEMİ-4
SELİM GÜRBÜZER

BALIKLAR
Bizler uykudayken üzerimize su damlasa hemen uyanıveririz. Oysa balıklar öyle değil, yaşadığı ortam tanıdık olması hasebiyle ta ki su türbülansa uğrayana dek rahat rahat uyuyabiliyorlar.
Malumunuz Afrika’nın kavurucu sıcaklarında sular çekilip yerini kuraklığa bırakabiliyor. Bu durum elbet göz ardı edilemezdi. Bu yüzden burada yaşayan balıklar akciğerli yaratılmışlardır. Öyle ki yazın sular çekilince akciğerli balıklar kendilerini derenin çamuruna gömüp koza şeklinde yuvasında yaşayabiliyor. Hatta inşa ettiği yuvanın tepesinden bir havalandırma aspiratörü açıp nefes almakta. Bu arada yağmurlu havalarda önceden vücudunda depo ettiği yağlar sayesinde yuvasında birkaç ay canlılığını nötr halde korumasını bilecektir. Ne zamanki yağmurlu mevsimler başlar o zaman tekrar dirilişe geçerler.
Bazı balıklar var ki; ne pulu var, ne çenesi, ne de yüzgeci var. Varsa yoksa sabit bir ağzı mevcut. Bu balık taş-emen balıktan başkası değil elbet. Tabiî adı taş-emen, ama gerçekte taş filan emdiği yok. Sabit ağzı sürekli açık olduğundan dili üzerindeki bıçak görevi yapan dişler avına tutunmaya yarar. Yeter ki gözüne kestirdiği bir balık olsun, hemen bu donanım sayesinde avını elde edip, öylece beslenmiş olurlar. Solunumu ise her zaman ki gibi solungaç vasıtasıyla gerçekleşir, ama solungaç yapısının diğer balıklardan farkı ağız kısmında değil vücuduna konumlandırılan keseler içerisinde olmasıdır. Belki de böyle donanıma sahip olmasaydı kanını emdiği hayvanı bırakmak mecburiyetinde kalacaktı. Bu arada keskin dişleri veya keskin dilinin yanı sıra kendini savunabilmesi içinse vücudu yapışkan kılınmıştır. Bu yapışkanımsı madde sıvı her halükarda hazır tutulur. Demek ki fiziki olarak garip gibi görünse de aslında güçlü olduğu anlaşılmaktadır. Allah garipleri sever zaten.
Bazı balıklar var ki; oltalarıyla avını avlamaktalar. Zira bu tanıma uygun baş kısmında etsi tel çıkıntılar var olup, çıkıntıların ucunda ise kanca vardır. İşte o bu donanıma sahip olmanın gereği avını yuvasının önünde pür dikkat bekleyip, tuzağa düşürmenin derdindedir. Nitekim küçük balıklar kancaları solucan zannedip ağızlarına alınca neye uğradıklarını şaşkınlığı içerisinde yutuluverirler. Bu yüzden bu tip balıklar bilim dünyasında kurbağa balık olarak anılırlar.
Balıklar yumurtlayarak üredikleri gibi köpek balığı, balina, yunus balığı ve kıkırdaklı balık gibi balıklar da doğurarak ürerler. Yumurtlayarak üreyen balıkların izdivaçları ise tam bir romantik figürler eşliğinde geçmektedir. Öyle ki su içerisinde erkek ve dişi balıklar yüzgeçleri veya vücudundan saldıkları birtakım sinyaller eşliğinde birbirlerini cezp etmekteler. Böylece dişi balıklar yumurtalarını oldukça romantik bir ortamda suya bırakmak zorunda kalırlar. Peki dişi balık bunu yapar da, erkek balık boş durur mu, elbet durmaz. Onlar da spermalarını gönderip döllenme olayına katkıda bulunurlar. Gerçekten tefekkür anlayışı doğrultusunda düşündüğümüzde minicik spermlerin engin deniz sulara veya akarsulara salıverildiğinde yumurtayı nasıl bulduğu konusu başlı başına bir mucizevî rabbaniye hadise olarak değerlendiriyoruz. Malum bazı balıklar da spermalarını su içerisine bırakmaktan ziyade dişilerin yuvalara yumurtasını bırakmasını sağlayacak yuvalar hazırlamayı tercih ederler. İlginç olan daha birkaç ayı bulmadan döllenmiş yumurta kabuğundan çıkan küçük balıkların hiçbir eğitim almadan derhal yüzmeye başlayıp avlamaya koyulmasıdır. Belli ki onun eğitimi çok önceden Yüce Allah tarafından tamamlattırılmış olsa gerek ki tereddütsüz kendilerini derin sulara daldırmaktan hiçbir güç alıkoyamıyor. Keza yine kedi balıkları denen erkek balık türleri var ki; yumurtaları ağızlarında taşımaktalar. Ta ki yavrular dünyaya teşrif edene kadar bu durum büyük bir titizle devam eder de. Bir başka ilginç balık ise oltalı balıktır. Erkek oltalı balık ergin hale geldiğinde vücudunu kendi cinsinden bir dişi balıkla birleştirip tek vücut halde bir arada hayat geçirebiliyor.
Bir insan çıka gelip erkek balık doğurur mu sorusu sorsa verilecek cevap elbette hayır olacaktır. Fakat istisnai bir durumda olsa böyle bir balık var. Şöyle ki; dişi balık erkek balığa; “Benim görevim yumurtlayacağım yumurtayı senin üreme kesene bırakmak olup, bundan sonrası sana kalmış” bir imayla 'hadi bana eyvallah' deyip uzaklaşabiliyor. Neyse ki erkek balık terk ediliş hüznünü üreme kesesinde bir müddet beklettiği yumurtalarının larvaya dönüştüğü 6–8 hafta sonunda yavrularını dünyaya getirmenin sevinciyle unutabiliyor. İşte bu sözünü ettiğimiz canlı denizatı'ndan başkası değildir. Demek ki erkeklerde doğurabiliyormuş pekâlâ.
Yıllık bitkiler olduğu gibi yıllık balıklarda vardır. Adından da anlaşıldığı üzere bunların ömürleri bir yıllıktır. Nitekim denizatları ve golyan balıkları kaya, dere ve ırmaklarda mesken tutan yıllık balıklardır. Sular kesilince ister istemez ömürleri de tükenmiş olur. Neyse ki yağmurların yağmasıyla birlikte çamur içerisinde saklı tutulan yumurtalardan çıkan yavru balıklar ebeveynlerinin neslini devam ettirecek hamleyi gösterip hayata göz kırpabiliyorlar.
Bazı balıklar var ki; denizin 450 metre derinliğinde tenha yerlerde yaşayabiliyorlar. Fakat tenha yerler olması dolayısıyla bedenleri güçsüzdür. Bu yüzden enerji kaybına uğramaksızın yiyeceklerini ilk fırsatta elde etmeleri gerekmektedir. Ki; zaten öyle de yaratılmışlardır. Rabbül âlemin sıfır ihtimalde olsa yiyeceğini garantiye alması bakımdan ağızlarını vücutlarından büyük yaratmıştır. Hatta denizin derinliklerinde yaşayan bu balıkların vücutlarının her iki yanında ışık saçan fenerler (uzuvlar) yaratmış ki kendi aralarında tanışıp kaynaşıp üreyebilsinler. Belli ki bu donanım süs olsun diye yerleştirilmemiş, belli bir maksada yönelik donatılmıştır. Bilindiği üzere okyanusun dip kısımları zifiri karanlık içerisindedir, ama bir şekilde aydınlatılması gerekir ki söz konusu balık yol alabilsin. Dahası Rabbül âlemin bu canlıya foto fosfor denen aydınlatıcı organ takmakla onu korumaya almıştır. Böylece vücuduna yerleştirilen fener maharetiyle mavi renk ışık yayıp, hem kendini korumakta, hem de rahatça dolaşabiliyor. Bizler ilk lambayı bulan Edison’la övüne duralım, meğer bu balık yaratılışından buyana ışık saçıyormuş ta bizim haberimiz yokmuş.
Avustralya’da bir balık var ki; suda yüzdüğü gibi su dışında da yürüyebiliyor. Yani karadayken solungaçlar adeta ayak görevi yapmaktadır. Hatta bizde çok söylenen bir söz var ya “Hamsi kavağa çıkar mı?” diye. Elbette çıkmaz, ama bu söz konusu balık alçak ağaçlara tırmanıp saatlerce konaklayabiliyor.
Köpek balıkları korku filmlere konu olan balıklardır. En tipik özelliği deniz dibine batmaksızın dosdoğru ilerleyebilmesidir. Nasıl oluyor da batmıyor derseniz vücutlarında bulunan hava kesecekleri sayesinde elbet. Dolayısıyla sürekli hareket etmek zorundalar. Çünkü hareket ona manevra alanı kazandırıyor. Aksi takdirde denizin dibine çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, solungaçlar arasında hava dolaşımı olmayacağından boğulma tehlikesi yaşayacaklardı. Fakat bazı köpek balıkları denizin dibine çökseler de etkilenmezler. Hatta kış uykusunu geçirip baharla birlikte uyanıp işbaşı yapanlarda var. Netice itibariyle her iki durumda köpek balıkların yüzgeç ve kuyruk kısımları su içerisinde türbülans oluşturduğundan diğer küçük balıkların arkası sırası takılmasına vesile olacaktır. Yani bilmeden de olsa onlara su içerisinde rehber olmuş olurlar. Özellikle köpek balıkların üzerine yapışarak seyahat edip keyfini çıkaran adından remora diye söz ettiren küçük balıklar bunun tipik misalini teşkil eder. Tabii köpek balıkların marifetleri bunlarla sınırlı değil, aynı zamanda keskin gözlerle uzak mesafeyi görebildikleri gibi herhangi bir canlının kokusunu çok uzaklardan alabilen güçlü duyusu var. Derken birçok yetenekleri sayesinde milyonlarca deniz altında ölmüş canlılara ait artıklar temizlenmiş olur.
Balinalar dişli ve normal balina olmak üzere iki kategoride incelenirler. Dişli olanlar dişleri gelişmediği içindir bu ad verilmiştir. Olsun önemi yok dişin vazifesini gören üst çenelerinden sarkan inci diş tabakaları yeterince elek vazifesi gördüğü için diş olsa da olur olmasa da, zaten gerekte yoktur. Çünkü suyu emdiği zaman süzgeçten sadece planktonlar geçebilmekte, diğerleri ise otomatikman tasfiye edilirler. Böylece planktonlar balinaya gıda olur. Sonuçta her iki tür balina da okyanusu beraberce turlamakta. Yine her iki türün kuyrukları kürek şeklinde olduğundan su içerisinde rahatlıkla yol kat edebiliyorlar. Hatta turladıklarında arkadaşlarından herhangi birinin başına bir şey gelse derhal yardımına koşmayı da ihmal etmezler. Bu arada balinaların her dalışlarında burun deliklerinden içeriye asla su kaçmaz. Çünkü su altındayken burun mekanizmanın içerisinde tıpkı baraj kapaklarının kapanmasını andırır açılır kapanır kapakçıklar vardır. Anlaşılan su üzerinde açılabilen kapakçık su altında beslenme moduna geçtiğinde kapanıp, böylece nefes borusuna su kaçmasının önüne geçilir. Balinalar aynı zamanda deryayı umman misali okyanus ötesine kilometrelerce seyahat edebilen mavi derin suların mavimsi dev balıkları olarak dikkat çekerler. Öyle ki pusulasız toplam 8 bin kilometreyi bulan bir seyahat gerçekleştirebiliyorlar. Keza Som balıkları da öyledir. Malum Som balıkları nehirlere yumurtalarını bıraktıktan sonra deniz yoluyla okyanuslara açılmaktan geri durmazlar. Yumurtlama dönemi gelip çattığında ise doğdukları nehirlere tekrardan pusulasız sıla-i rahim yapabiliyorlar. Belli ki onun pusulası Kenan illerinde Yakup (a.s)’ın Yusuf’un kokusunu almasına benzer bir yöntemle gerçekleşmekte. Her ne kadar seyahatleri meşakkatli olsa da yolculuk esnasında hele bir çağlayan görmeye dursunlar hemen 4–5 metreyi bulan bir sıçrayışla kendilerine ziyafet çekebiliyorlar.
Okyanusların belki de en hızlı balıkları yelken balıklardır. Baksanıza Florada yakınlarında ele geçen bir yelkenli balığın saatte 110 kilometre hızla yüzdüğü tespit edilmiştir. Belli ki ona hız kazandıran güç yüzerken yaklaşık 1 metrelik yelken kanatlarını katlayıp vücuduna yapışık kılmasından dolayıdır. Yani bir yandan yelkenler fora misali maraton hızıyla ilerlerken, diğer yandan durma esnasında yelken yüzgeçler tekrar eski konumuna geçip böylece alabora olmaktan kurtulabiliyorlar.
Bir mürekkep balığı var ki; mürekkepli kalemle yazı yazarken kendini hatırlarız. Oldu ya düşmanı bir ahtapot misali kavramayacak bir boyda ise Allah’tan ümit kesilmez dercesine adına yakışır bir tavırla mürekkep püskürtüp hızla izini kaybettirebiliyor. Hatta öyle cinsleri var ki; su içerisinden fırlamasıyla havada uçması bir olmaktadır. Böylece adını en hızlı hareket edebilen hayvanlar arasına yazdırır.
Bazı balıklar var ki; göğüs yüzgeçleri çok gelişmiş, aynı zamanda iç organlarında büyükçe hava keseleri bile mevcut. Kelimenin tam anlamıyla bu donanıma sahip balıkları uçan balıklar diye anarız. Andığımız bu uçan balıklar kendilerini savunmasız kaldıklarını hissettiklerinde derhal kuyruklarını kuvvetli bir şekilde çırptığında sudan fırlayıp yüzgeçleri havada kanat olmakta. Hatta uçuşları 200–300 metreyi bulmaktadır.
Avrupa ve Kuzey Amerika'nın nehir ve derelerinde bulunan yüzlerce türden oluşan balıklar var ki; doğup büyüdükleri vatanlarını terki diyar eyleyerek denizlere açılıp, hedef tayin ettikleri Atlas okyanusunun Sargasso denizine ulaşmaktalar. Sargasso denizinin tipik özelliği bolca yosun kaplı olmasıdır. Özellikle yumurtlamak için burası son menzil olmaktadır. Tabii sadece yumurtlamak değil kendileri içinde son menzildir. Derken görevini en iyi şekilde yapmanın huzuru içerisinde son duraklarında hayata veda ederler. Bu sözünü ettiğimiz canlı yılan balıklarından başkası değildir elbet. Ölümü pahasına gerçekleştirdiği bu seyahat belli ki ona has kılınmış.
Bazı balıklar var ki; elektrik üretmekteler. İnsanoğlu elektriği bulmakla övüne dursun bunu yaratılışın gereği yapan balıklar bu işi çoktan halletmişler bile. Zira bu tip balıklar yumuşak başının her iki tarafına yerleştirilmiş kastan yapılı aküleriyle elektrik akımı üretip avını derhal şoklayıp öldürebiliyorlar. Öyle ki 200–300 voltluk bir akımla düşmanı neye uğradığını farkına varmadan mevta olur. Mesela 650 voltluk deşarj gücüne sahip yılan balıkları bunun tipik misali sayılırlar. İlginçtir elektrik şoklarından hemcinsleri değil, kendi dışında ki avları ciddi manada zarar görür.
Balığında ayı cinsi olur mu demeyin sakın. Çünkü Antarktika da yaşayan böyle birkaç tür memeli ayı balığı var zaten. Aslında adından ayı balığı diye söz ettirmek bir kenara, bu hayvan nasıl olur da buzla kaplı bölge de biricik besin kaynağı olan balığa ulaşabiliyor, asıl irdelenmesi gereken husus bu olsa gerektir. Yani söz konusu balığın avını nasıl avlar esprisinin gizemi diş yapısında gizli. Şöyle ki; buz üzerinde dişleriyle kesip açtığı hava delikleri sayesinde suya dalış yapıp yarım saatlik turlama süresince su içerisinde avladığı avlarla beslenmesini temin ettiği gibi, ilginçtir bu zaman diliminde tekrar yolunu şaşırmadan açtığı deliklerden kendini dışarı atabiliyor. Bir başka ilginç yanı ise vücutlarında yağ deposu olmadığı halde karlar buzlar ülkesinde üşümeden hayatını devam ettirmesidir. Elbette ki onu Yaratan Allah şimdilik sırrına vakıf olmadığımız bir donanımla onu üşütmeyecektir. Bize sadece hikmetinden sual olunmaz misali amenna saddak demek düşer.
BALİNA
Yeryüzünün en iri memeli hayvanı olan balina, takriben 90 türüyle gruplar halinde okyanusun o derin soğuk sularında yüzebilen son derece zeki dev bir memeli balıktır. Bizim gibi çok sayıda kılları olmasa da belli ki onu belli bir derecede sıcakkanlı tutan üzeri kalın bir yağ tabakasıyla kaplı deriye sahip olmasıdır. Anlaşılan 30 metre boy uzunluğuna sahip 200 ton ağırlında ki bu hayvan, üzerini saran kalınca giysi sayesinde ister soğuk, ister sıcak olsun fark etmez 70–90 yıllık ömrü boyunca ısı sıcaklığı sabit kalacak şekilde yüzebiliyor. Hatta hangi şartlarda olursa olsun okyanusun o derin sularında turlarken bile yavrularına kendi bünyesinde depoladığı yağ oranı bakımdan zengin sütünü emzirebiliyor. Belli ki Allah tarafından yavru balina sütten kesildiğinde derisi kuzey denizlerin soğuğuna karşı buz kesilmesin diye anne sütü yağ yönünden zengin ayarlanmış. Balina aynı zamanda yavrularını senede bir defa doğurma özelliği ile de dikkat çeken bir hayvan. Genellikle yavrusunu doğurmak için bulunduğu konumdan uzaklara göç edip sığ suları tercih etmektedir.
Bazı balina türleri var ki; dişleri mevcuttur. Dolayısıyla bu türler beslenmek için dişlerini kullanırlar. Bazı türler var ki dişleri yoktur. Bu tür balinaların tipik özelliği ise 3 oda ağız dolusu suyu damaklarında bulunan üç yüze (300) yakın pullar vasıtasıyla süzüp mikro canlıları (planktonlar) alıkoymalarıdır. Derken çene içerisine sarkmış uzun ve sert yapılı bu sistem üzerine dizili incecik pullarla kaplı yüzgeç donanımı sayesinde planktonlar rahatlıkla sindirilebiliyor. Baksanıza Allah öyle bir donanım yaratmış ki balina vücuduna aldığı suları bir yandan çeneleri vasıtasıyla bir anda boşaltırken, diğer yandan filtre edilmiş sudan arta kalan milyarlarca planktonu midesine indirebiliyor. Tabii ki sindirilmek üzere alınan sadece küçük mikro canlılar değil, aynı zamanda güçlü çene yapılarıyla köpek balıklarını bile parçalayıp avlayabiliyorlar.
Yunus balığı ile balinalar çoğu kez diğer balıklarla karıştırılsa da her iki balıkta kuyruklarının yatay olmasıyla ayırt edilirler. Zira yüzdüklerinde tıpkı insan gibi yüzmekteler. Solunumları ise akciğerle olup, su yüzeyine çıktıklarında karbondioksit verip oksijen almaktalar. Hatta su altında uzun süre nefes alamadan kalabiliyorlar. Zaten vücutlarının 200 ton ağırlığında olması enerjisini az tüketmesine neden olmakta ve böylece solumayı geciktirmesine yaramaktadır. Tekrar solunuma ihtiyaç duyduğu zaman başının üst tarafındaki soluk delikleri vasıtasıyla oksijen depo edip besin aramak için yeniden zaman kazanabiliyor. Hatta suya girdiğinde bu delikler otomatik olarak kapatıldığından boğulma diye bir dertleri olmaksızın derinlerde seyri âlem eyleyebiliyorlar.
İlginçtir o kocaman gövdesinin yanında gözler küçücük kalmaktadır. Zaten denizin derinliklerinde göze de pek ihtiyaç yoktur. Çünkü derinliklere inildikçe ışıksızlık hâkim olmakta. Dolayısıyla görme eyleminin yerine ses dalgalarını kullanmayı tercih ederler. Hele bir nesneye dokunmaya dursunlar, anında nesneden yansıyan titreşimle yön tayin edebiliyorlar. Böylece bu ses dalgaları sayesinde etrafında her ne varsa bu dalgalara çarptıklarında anında haberdar olurlar. Anlaşılan şu ki görme duyuları çok zayıf, ama neyse ki işitme melekeleri güçlü. Her ne kadar dış kulak vazifesi yapan gözlerin arka kısmında iki delik varsa da asıl duyumu sağlayan iç kulak bölümüdür. Öyle ki kilometrelerce uzaklıkta ses dalgalarını tıpkı yarasalarda olduğu gibi algılayabilecek donanıma sahipler.
YUNUS BALIĞI
İnsanların açık denizlerde büyük bir hayranlıkla seyrettiği zararsız en zeki hayvanlardır. O da tıpkı balina gibi doğurgan memeli bir balık olarak dikkat çeker. Peki, doğurgan olmak iyi has hoşta, doğurgan memelilere has birtakım özellikler su içerisinde nasıl gerçekleşir sorusu zihnimizi meşgul edecek gibi. Neyse fazla zihnimizi meşgul etmeden bu meseleyi örneklendirmeye koyulalım. Mesela memelilere özgü soluklanmayı ele aldığımızda, Yunus balığı yavrusunun solunumunu düzenli aralıklarla sürekli su yüzüne çıkartarak gerçekleştirdiğini görüyoruz. Hatta emzirme esnasında bile yavrusunun ikide bir hava alması için nefeslendirmeyi de ihmal etmediğini gözlemliyoruz. Çünkü yunuslar akciğer solunumu yapan hayvanlar, buna mecburlar. Her şeye rağmen yine de vücut kaslarında bolca bulunan miyoglobin maddesi sayesinde derin sularda uzun süre nefes almadan yüzebiliyorlar. Malum biz insanlarda bile miyoglobin proteini var, ama sayıca az olması dolayısıyla uzun süre su altında kalamayız.
Yunus balıkları kendi aralarında ki iletişimleri kuş seslerini andırır bir sesle kurmaktalar. Hatta iyi bir eğitimden geçirildiyseler rahatlıkla insanlarla bile diyalog kurabiliyorlar. Yani birkaç kelimede olsa ağzından ses çıkarabiliyorlar. Bu yüzden insanlar onları hep uysal bir hayvan olarak bağrına basacaktır. Ömür süresi ise 25–35 yıl arasında değişebiliyor. Ayrıca burunları uzamış gaga görünümün yanı sıra, her iki çenesinde çokça dişleri olan ve sırtlarında ise tek yüzgeçleri ile dikkat çekerler. Zaten bu özelliklerinden dolayı balıklardan farklı değerlendirilirler, ama yine de insanlar onu hep balık olarak anarlar. Yine Yunuslar'ın en dikkat çeken yönü hiç şüphesiz sıçrama teknikleridir. Beslenmeleri etçil olup, en favori besin kaynağı balık veya mürekkep balıklar oluşturur.
Hazır Yunus balığından söz etmişken Yunus Peygamberimizin kıssasını da bu arada zikredebiliriz pekâlâ. Şöyle ki; Hz. Yunus (a.s)’da İsrail oğulları Peygamberlerindendi. Ninova halkına Allah’ın buyruklarını iletmek için görevlendirildi, ama imana gelmedikleri gibi yine bildik putlara tapmaya devam ettiler. Bu durumda Yunus (a.s); “Eğer iman etmezseniz Allah 40 güne kadar Ninova Şehrini yerle bir ederek batıracak” diye tehditte bulundu. Ninova halkı hiç aldırış bile etmedi.
Hz. Yunus (a.s) kavmine kırılıp küstü, hatta Allah’tan izin almadan Dicle Nehri kenarına gelip bir gemiye binerek oradan uzaklaştı. Oysa Allah tarafından izin almadan kavmini terk etmesi caiz değildi. Derken gemiye bindi, epey yol kat ettikten sonra gemi bir anda duruverdi. Gemi bir türlü hareket edemiyordu, belli bir yere sabit kalmıştı çünkü.
Gemide bir Müneccim: ‘İçimizde bir suçlu var, kura çekelim kime düşerse onu denize atalım.’
Kura çektiler, kurada Yunus’a çıkmıştı.
Hz. Yunus (a.s):
-Evet! Efendisine itaat etmeyen suçlu adam benim.
Bu sözleri sarf eder etmez Yunus (a.s) kendisini suya attı. Kendisini denize atar atmaz bir balık yuttu onu. Yunus (a.s) balığın karnında pişmanlığını belirten; “Allah’ım sen her şeyden münezzehsin, ben gerçekten zalimlerden oldum! (Lailahe illa ente subhaneke inni küntü minezzalimin)” sözlerini sürekli tekrarlayıp durudu. Tabii bu sözler artık Yunus’un zikri olmuştu, Allah’ta bu zikrin hatırına tövbesini kabul etti. Balık emri ilahi gereği hemen karnından taşıdığı Peygamberi çıkarıp denizin kenarına bırakıverdi.
Hz. Yunus’un gemiye bindiği gün gökyüzü kararmaya başladı. Ninova halkı paniklemişti. Şehir zifiri karanlığa bürünmüştü adeta. Hz. Yunus’un haber verdiği musibetin geleceğini anlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Yunus’u aramaya koyuldular fakat bulamamışlardı. Çünkü Yunus (a.s) onları terk etmişti. Ninova halkı çaresiz oracıktan derhal ayrılarak Tövbe tepesine çıkmanın akabinde feryat figan edip Allah’tan aman dilediler. Neyse ki Allah-ü Teala affedip dileklerini kabul etti. Hz. Yunus denizde ki hayat serüvenin dönüşünde kavmini tövbe etmiş bir şekilde bulunca seviniverdi. Derken ilahi hükümleri kavmine öğretiverir. Bir süre azaptan uzak kaldılar. Sonraları ise hem doğu, hem de batı da büyük olaylar vuku buldu. Ne mutlu Yunus balığına ki Yunus Peygambere hizmet etmiş.
AHTAPOT
Deniz altında yaşayan canavarımsı bir hayvan. Bakmayın siz onun öyle canavar görünümlü olmasına, çoğu küçük omurgasız hayvanlardır. Üstelik balık gibi yüzememekteler. Hareketini baş kısmına endeksli tentikül denilen 8 kol sağlamaktadır. Aslında ona dokunulmadığı müddetçe çekingen, korkak ve bir o kadar da uysal bir hayvan olduğu anlaşılıyor. Bir dokun bin işit derler ya, aynen onun gibi birisi dokunmaya dursun, bak o zaman kızılca kıyameti. Değim yerindeyse dünyanın kaç köşe bucak olduğunu gösteren bir tavır sergiliyor. Ki; bu durum karşısında onu rahatsız etmeye kalkışanı dokunaçlarıyla abluka altına alıp deniz içerisinde kendince bedel ödettirebiliyor. Yani tentiküller üzerinde bulunan vantuzlar avına hem tutunmaya yaramakta, hem de emme görevi yapmaktadır. Hatta vantuzlar sayesinde tutundukları yerde hareket manevrası kazanıp ilerleyebiliyorlar.
Ahtapotun asıl savunma silahı hiç kuşkusuz derisinin üzerinde sıralı halde bulunan sarı, kahverengi pigment hücreleridir. Kendisini güvencede hissetmediğini anladığında her türden renk değiştirme avantajını kullanıp bulunduğu alanın rengine bürünerek ten avlanmaktan kurtulabiliyorlar. Kolları kopsa bile kertenkelede olduğu gibi kopan kısmın yerine bir yenisi eklenir.
Engin deniz sularında hızla ilerlemesini sağlayan vücut üzerinde bulunan salkım saçak kollar değil, arkalarından çıkarttıkları gaz sayesinde gerçekleşip bir füze misali mesafe kat edebiliyorlar. Tabiî ki önce deniz suyunu emer ve sonra arkasından çıkarttığı gaz ve etki-tepki sistemine dayalı fizik kanunu ile bu işi başarırlar. Yani içerisine çektiği suyu püskürtüp kendisinin ileri doğru itilmesini sağlar. Ayrıca püskürtülen suyla birlikte etraf bir anda alabora olduğundan düşmanının kaçmasına vesile olup bu arada kendisini de gizlemiş olur.
SÜNGERLER
Süngerler deniz diplerine yapışık kalan nazlı gelin türünden hayvanlardır. Her ne kadar ilk başta hayvan mı, yoksa bitki mi diye tartışılsa da 1825 yılında yapılan çalışmalar sonucunda vücutlarına alınan suların değişikliğe uğrayıp dışarı çıkması onun bir hayvan olduğunu ele vermiştir. Öyle ki; dışarı çıkan suyun kokusuna yanaşamayan birçok deniz hayvanının yanına sokulamadığı fark edilmiştir. Bilhassa balıklar bu kokudan çok rahatsız olurlar. Belki de böyle olmasaydı savunmasız kalan bu hayvanın nesli kesilmiş olacaktı. Sonuçta bu hayvanın ne ağzı var, ne de dili. Keza iç organı da yoktur. Demek ki uzuvsuz hayvanda olabiliyormuş. Madem öyle, nasıl geçiniyor sorusu ister istemez aklımızı kurcalayacaktır. Onu yaratan bu özelliklerine uygun olarak hem bakterileri, hem de deniz altında canlıların vücutlarından dökülen artık veya dışkıları rızkı olarak tayin etmiştir. Anlaşılan deniz suyu su olmanın ötesinde besin deposu olarak ta süngerlerin ihtiyacını karşılayan besi kaynağıdır.
Bunların üremeleri de ilginç. Baksanıza eşeysiz ürüyorlar. Yani dişi yumurtalar ve erkek sperm hücreleri tek bir süngerden çıkmakta, fakat farklı zamanlarda sahne alırlar. Spermalar çıktığında su akıntıları eşliğinde bir başka süngerin bağrına transfer edilir. Belli ki Yüce Yaratıcı sperma hücrelerinin rotasını şaşırmamak için onu taşıyacak hücreleri de beraberinde yaratmış. Böylece taşındığı yerde yumurtalar arasında vuslat hâsıl olup yeni bir süngerin doğması gerçekleşir.
Malum süngerlerin vücutları silisyum ve kalsiyum karbonat bileşimleriyle desteklenmiş kalın kalkerli veya kireçli tabakayla donatılmıştır. İşte bu tabaka sayesinde kışın ayazından kendilerini korudukları gibi, baharın gelişiyle birlikte hücreler yeniden canlılık kazanıp süngere dönüşebiliyor. İşte denizleri temizleyen aynı zamanda mutfağımıza da konuk olup kap kaçağımızı temizleyen süngere ne kadar teşekkür etsek azdır diye düşünüyorum.
DENİZ ANALARI
Denizanaları şeffaf kubbemsi yapıda deniz suyu hayvanlarıdır. Bunlar arasında bazı türler var ki; ışın bile saçabiliyor. Genel itibariyle denizanaları kubbemsi şemsiyelerinin altında dokunaçlarıyla dikkat çekerler. Belli ki söz konusu dokunaçlar ona büyük bir avantaj sağlayıp, düşmanından kendini kurtarmasına yaramaktadır. Sakın ola ki onun şeffaf ve narin yapıda uysal olmasına bakıp zarar veremeyeceğini düşünmeyin. Oysa Yanlış hesap Bağdat’tan döner misali bir dokunmaya dursunlar bir anda dokunaçlarından saldığı zehirli sıvı avcının hevesini kursağında bırakıp felce uğratabiliyor. Zehiri olmayan türleri ise ışın saçıp kendini korumaya alıyor. Bizim deniz kıyılarımızda ki denizanaları her ne kadar büyük çapta tehlike teşkil etmese de yine de onların bulunduğu ortamlardan uzaklaşmakta fayda var. Hiçbir şeyler yapmasalar bile en azından vücutta yakınma ve kaşıntıya neden oldukları kesin. Hatta dünya üzerinde öyle yerler var ki buralarda yaklaşık 10 metre ebatı bulan denizanaları insana dokunmasıyla birlikte ölüme yol açabiliyor. Bu yüzden onlar hem tehlikeli varlıklar, hem de bir o kadar güzel görünüm türde olan canlılardır.
DENİZ POLİPLERİ
Belgesel izlemişseniz eğer deniz altında birbirinden harika ağaç ve çiçek modelleri dikkatinizi çekmiş olmalıdır. Bu modellerin arka planında asıl rol oynayan mimari mühendis dünyanın en basit yapılı hayvan diyeceğimiz poliplerdir elbet. Bunlar da Denizanaları gibi şeffaf görünümlü hayvanlardır. Demek ki görünüşlerine bakıp, bunlardan iş çıkmaz dememeli. Zira onlar bir eser meydana getirirken malzemesi deniz yosunlarından elde ettikleri oksijen ve deniz suyu içerisinden temin ettikleri kalsiyumdur. Dahası bunlar oksijeni ve kalsiyumu en iyi şekilde kullanabilen canlılardır. Tabii polip bunları alırken zaman içerisinde vücudunun etrafı kalkerleşip kabuk halini alır. Derken kendisini tabaka tabaka saran kabuk arasında sadece dışarıya sarkan dokunaçlar kalır. İyi ki de dokunaçlar var. Çünkü bu dokunaçlar sayesinde deniz içerisindeki küçük organizmaları kendi bünyesi içerisine alıp beslenebiliyor. Polipler genelde bir arada koloni halinde yaşayan canlılar olup öldüklerinde ardından sert kabuklarından inşa edilmiş insanı cezbeden ağaç ve çiçek görünümlü birbirinden güzel eserler kalır. Bu arada yaşayan polipler ölenlerin inşa ettikleri kireçleşmiş eserler üzerinde barınıp zaman içerisinde barındıkları mekânları kendilerinin kattıkları ürünlerle birlikte gökdelen tarzı eserlere dönüştürürler. Madem hücrelerin bölünmesiyle dokular çoğalıyor, dokulardan organlar, organlardan bir canlı oluşuyor, o halde ölenin ardından emaneti devr alan her bir polip kendisine tevdi edilen mirası saraya çevirmesini bilecektir. Derken bu arada dalgıçlara gün doğup, deniz dibinde devasa büyüklükte ağaç yapılı manzarayı seyri âlem eyleyeceklerdir. Mercan adaları der dururuz ama belli ki bu söz konusu adalar bir çırpıda oluşmamış. Yılların birikimi diyebileceğimiz poliplerin bir emeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki; mercanların yıllara meydan okumanın neticesinde kıyılarda kayalıklar bile oluşabiliyor.
SU AYGIRI
Su aygırı ismiyle müsemma, yani Afrika’nın büyük göllerinde ve nehirlerinde yaşayan toparlak vücuda sahip, 4 ton ağırlığında kısa bacaklı iri bir hayvandır. İri vücudu üzerinde kocaman kafa, kalın boyun, iri dudaklar vardır. İlginçtir burnu tepede olmakla beraber burun delikleri önde olan bir görünüm sergiler. Bacakları kısa olması dolayısıyla karnı yere değecek izlenimi verir. Ayaklarında ise dört parmak vardır. Bu görünümüyle su kıyısında hantal yürümesine rağmen su içerisinde iyi bir yüzücü örneği sergilemesi görenleri şaşkına çevirmektedir. Hatta suya her dalışlarında kafasını su yüzeyine çıkarttıklarında şarıl şarıl su sesleri eşliğinde etrafa su püskürtebiliyor. Bu arada baş tepesinde ki fırlak gözlerinin olması etrafı kolaçan etmesini kolaylaştırabiliyor. Timsahla su aygırını kıyasladığımızda; timsaha nazaran su aygırı daha güçlü olduğu gözlemlenmiştir. Nitekim beraberce bulundukları göllerde timsahlar su aygırı karşısında “burada kral sensin” dercesine son derece tazim içerisinde yüzmekteler. Çünkü su aygırının bir timsahı delip deşik edecek kadar uzunluğu 60 santimetreyi bulan köpek dişleri vardır. İşte söz konusu bu dişler sayesinde su altındaki bitkileri kökleriyle birlikte koparıp beslenebiliyorlar. Böylece nehir ve göller su aygırlarınca hem temizlenmekte, hem de su yataklarının tıkanmasının önüne geçilmektedir. Dolayısıyla onlara iyi bir çevreci hayvan gözüyle bakabiliriz. Ağız yapısı derseniz dillere destan. Zira kara hayvanları içerisinde ağız büyüklüğü bakımdan onun rekorunu kıran hayvan şimdiye kadar pek rastlanılmamıştır. Suda yaşayan memeli hayvan bakımdan ise balinadan sonra ikinci sırada yer alır. Belli ki devasa dudakları ot ve yaprakları ağzına almak için vazife görür. Hele bir su içerisinde yüzüşleri var ki usul usul ve aheste aheste ilerlemeleriyle dikkat çekerler. Karada ise bir insan kadar hız kat ederler. Yine de onlar zorunlu kalmadıkça sudan dışarıya çıkmayı pek sevmezler. Karaya daha çok geceleyin düz çimenlerde otlamak için, ya da doğum zamanı çıkmaktalar. Hatta seyahat etmekten de haz etmezler, genelde bulunduğu yerde kalmayı yeğlerler. Hele bir esnemesi var ki, gören uykusuz sanır. Oysa dişlerini diğer su aygırlarına göstererek her an kavgaya hazır olduğu mesajını verir. Döllenmesi ise su içerisinde gerçekleşip, hamilelik süresi insanda olduğu gibi dokuz aydır. İlginçtir yavrusunu karada kamış yatağının içerisinde doğurmaktadır. Derken yavru su aygırı hiçbir eğitim almadığı halde sanki daha önce öğrenmiş iyi bir yüzücü edasıyla annesiyle birlikte su altına dalabiliyor.
TİMSAHLAR
Timsah gerek su üzerinde gerekse karada hızla hareket edebilen Afrika nehirlerinin bir diğer pullu sürüngen dev hayvanı olup, aynı zamanda su aygırlarının da düşmanıdırlar. Gerçi bu hayvanlar büyük olanlarına dokunmaktan çekinirler, ama yavru olanları afiyetle yemekten geri durmazlar. Hele ceylan ve benzeri kara hayvanlar akarsu kenarına su içmek için gelmeye dursun, bir anda timsahın kuyruk darbesine maruz kalıp kendini hem suda bulmakta, hem de avlanıp yem olmaktadır. Böylece timsah avını avlayıp afiyetle beslenmenin ardından güneş altında “gel keyfim gel” dercesine güneşlenmeyi de ihmal etmez. Yani ehli keyf hayvanlardır.
Ayrıca timsahlar ekinlere zarar vermekle dikkat çekmektedir. Dolayısıyla çiftçiler ekinlerden timsahları arındırsalar bile bu sefer de bir başka kriz baş gösterip su aygırların çoğaldığı gözlemlenmiştir. Demek ki ekolojik dengeyle pek oynanmaya gelinmiyor.
Bu arada timsahların en çok muzdarıp olduğu şey diş etleri arasına dolanan sülüklerdir. Neyse ki Gergedan ve manda olayında olduğu gibi onların da imdadına yağmur kuşları koşmaktadır. Zira timsah ağzını gören dehşete kapılsa da bu kuşlar hiçbir endişeye kapılmaksızın ağzının içerisine kadar girip timsahın muzdarip olduğu sülükleri hem temizlemekte hem de kendisine ziyafet çekmektedir. Derken karşılıklı jest diyebileceğimiz bu durumdan her iki hayvanda kazançlı çıkıp, karşılıklı hoşça vedalaşırlar. İşte hayvanlar arasında karşılıklı iş bölümünün tipik misali bu olay olsa gerektir. Keza bu iş bölümü bazı balıkların üzerinde parazit yaşayan canlıları temizleyen küçük balıklar içinde geçerli bir kuraldır. Bu arada timsah üremesinin yumurta yoluyla olduğunu da unutmamak gerekir.
Bakmayın siz timsahın canavar görünümlü olmasına. Gerektiğinde onlar şike varı da olsa gözyaşı dökebiliyor. Belli ki halk arasında “Timsah gözyaşları dökmeyin” sözü boşuna söylenilmemiş.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/medineden-buharaya/640880.html&filter_name=selim+gurbuzer


Selim

Mesaj Sayısı : 332
Kayıt tarihi : 25/01/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz