Dar-ül Erkam
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sahrud'un Yazıları

2 posters

Aşağa gitmek

Sahrud'un Yazıları Empty Sahrud'un Yazıları

Mesaj tarafından Eyüp Coşkun Salı Ocak 20, 2009 11:54 pm

İslam âlemi olarak gergin anlar
yaşadığımız şu son dönemlerde kendimi çok saldığımı fark ettim. Birçok
olaya ani tepkiler verdiğimi ve bu tepkilerin öfkeyle birlikte kıyama
kalkıp bir türlü rükû edemediğini gördüm. Tabi insanın bu zor
dönemlerde has dostlara ihtiyacı oluyor. Dostun yanına doğru şöyle bir
uzandım başladık hasbi hal etmeye. Ve içinde bulunduğum durumu dilim
döndüğünce anlattım dosta. Yaptığımız istişareler sonucu arkadaşım
‘hoşgörü’ kavramını sürdü önüme.


- Ya hu muhterem çok düşünüyorsun bu konular üzerinde.
- Ne yapmamı isterdin peki?
- Yıpratmadan kendini ilerlemelisin düşünürken bile. Ani kalkış ve
inişlerde bulunma düşünürken. Fazla şahlanma umutların yalama yapar
bilesin. Çok karamsar olma geçen zamanı getiremezsin. Orta yolu bul ve
ilerle! Unutmadan ‘hoşgörü’ mefhumunu Allah rızası için dilinden
düşüncenden ve cümlelerinden düşürme.
- Hoşgörüden kastın nedir peki?
- Hoşgörüyü ehlince malumdur ki ikiye ayırmak lazım. İlki karşıdakinin
görüşüne ideolojisine hayat felsefesine sınır çizgilerine kırmızı
ışıklarına zarar vermeden ama sende kendin kırmızıçizgilerinden
çıkmadan yaşamayı bilmelisin. Senin ‘a’ dediğine karşıdaki ‘b’ diyorsa
‘amenna’ deyip dolaşmayacaksın ona çok fazla. İşte huzur budur. İşte
düşünce çilesinden kurtulmanın yolu budur, der bir grup.
- Ya hu kardeşim benim ‘a’ dediğim ‘a’ ya, herkesin ‘a’ bildiği ‘a’ ya
ve gerçekten de ‘a’ olan ‘a’ ya adam ‘b’ diyecek üstelik bende hiç
sesimi çıkarmayıp amenna diyeceğim öyle mi? Peh! Ucuz öldürüyorlar
bizi. Hoşgörülü olmak lazım, evet. Haddini aşsa da had bilmez radde
tanımaz insancıklar (!) hoşgörülü olmak lazım. Din ‘ben dinsizim’ diyen
beyinsizlerin elinde bir o yana bir bu yana savrulup dururken (!) küçük
beyinler derin meselelerle karıştırılırken hoşgörülü olmak lazım. Hoş
görmeden önce görmeyi bilmek gerekir tabi âmâ olmayana. Önce görüp
sonra anlamak! Unutmadan görmeye çalıştığımız ‘mevzuu’ nun başına ‘hoş’
sıfatını pek yakışmasa da firketelemek lazım. Son zamanlarda
düşünüyorum da ne çok şeyi hoş görüyoruz. Hoş görmenin lügat manasını
eylemsizleştirip başka başka manalar yüklüyoruz; ‘susmak’. Görememenin
yol açtığı ve buna kelimesizlik + bilgisizliğin eklenmesiyle; susmak.
Akıllara ve idraklere ‘susmak’ felsefesini kazımak, bu da eşit oluyor
hoş görü! Hasta bir bakış açısı olsa gerek bu.
- Haklısın muhterem, şu an parolamız hoşgörü! Hani hoş gidiyoruz ya bir
yerlere hatta hoş görüyoruz hoş karşılanmasak da kurt kapanları
arasında. Verdin mi parolayı geçeceksin, sırtın yere gelmeyecek. Ver
geç bakalım parolayı gördüğün hoş şeyler meğer ne boş şeylermiş.
- Bak ne anlatacağım. Gittiğim bir sohbette sohbetini dinlediğim
hayırhah bir kardeşim şöyle diyordu; ‘Bir sohbetin çabuk geçmesinin iki
sebebi vardır; ya çok hoş geçer ya çok boş geçer.’ Duyunca bu sözü işte
dedim; bu! Zamanın ne kadar çabuk ilerlediğinin hepimiz farkındayız. Ya
çok hoş (!) geçiriyoruz ki çabuk geçiyor ya da çok boş. Bu (bana göre)
zor denklemi çözmek sana kaldı sanıyorum muhterem.
- Bırak ya hu! Biz en iyisi gelelim hoşgörünün tasavvufta ki yerine.
Gelelim de biraz huzur bulalım öyle değil mi? Nedir tasavvufta ki
hoşgörü. Her şeyin iyi yanını görmek. Her şeyin özü itibariyle,
hakikati itibariyle güzel olduğunu bilmek. Madde âlemini geçip manevi
âlem içinde bulunmanın hasebiyle hakikatin yaşanılan birçok olumsuzluğa
rağmen güzelliğini yakalamaktır! Eskiden medrese kapılarının giriş
kısmında; ‘bu da geçer ya Hû’ ve ‘hoş gör ya Hû’ yazarlarmış. Bu güzel
lafızları yazma sebepleri ise medresede karşı karşıya kaldıkları bir
durumda izzet-i nefsi ayakları altına almakmış. Ve basit bir şekilde
somutlaştıracak olursak medresede geçen bir tartışma üzerine
karşıdakini kırmamak ve karşıdakine kırılmamak amaçlı o yazıları
asarlarmış. Ve o yazılar sayesinde kimseden hak talep etmez ayrıca
kendi haklarından feragat ederlermiş. Velhasıl efendim hoş görmek
göreceli bir kavram(mış).
- Muhakkak! Ee ne diyor yunus;
Elif üstün ötürü, pazar eyle götürü.
Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü.

Muhabbetten sonra biraz daha kendime geldim. Arkadaşım müsaade istedi.
Muhabbetin sona ermesini ve gitmesini hiç istemiyordum ama onunda
işleri vardı. ‘Hoş görmek’ lazım. Güle güle muhterem yine gel hoş gel
hoş gör hoş bul…
Eyüp Coşkun
Eyüp Coşkun
Admin

Mesaj Sayısı : 154
Kayıt tarihi : 06/01/09

https://darulerkam.forum.st

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sahrud'un Yazıları Empty Geri: Sahrud'un Yazıları

Mesaj tarafından şahrud Çarş. Ocak 28, 2009 5:14 am

BEN, kimsesiz seyyahı, meçhuller caddesinin...
BEN, yankısından kaçan çocuk kendi sesinin...
...
Necip Fazıl Kısakürek

Bir çocuk olsaydım keşke. Kelimelerin anlamı henüz oluşmamış olsaydı zihnimde. Tek derdim top peşinde koşturmak olsaydı şimdilerde bile. Soluk soluğa kalsaydım eve giderken. Attığım adımlar titrek olsaydı heyecandan. Terlemişliğimi gören annemin ardı kesilmek bilmeyen nasihatlerini dinlemeye bile razıyken…

Bir çocuk olsaydım keşke. Dışarıda pembe kıyafetlerini giymiş ve arkadaşına seslenen ufaklık gibi ‘ohh senin de balonun patlamış yaa’ diyebilecek kadar olsaydı insanlara kinim sadece. Ertesi günün sabahı mahalledeki akranlarımla buluşma saatini hiç aksatmadığım gibi şimdilerdeki buluşmaları da hiç aksatmamış olsaydım keşke. Yemek yemeyi dahi unuturdum o buluşmalara yetişmek için. Annem yine seslenirdi arkamdan ve söylenirdi kendi kendine ‘bu çocuk hiç uslanmayacak’ diye. O zamanlar da ’’keşke’’ler vardı dilimde… ‘Keşke’ annemi dinleyip yemek yeseydim diye hayıflanırdım. Oyuna ara verdiğimizde hissederdim acıktığımı. Züğürt zamanlarımıza denk gelir ya hep açlık… Arkadaşlarla tüm bozuklukları ortaya atar yettiği kadar simit alırdık sokak başında ‘taze simiiitt taze simiiit, fırından yeni çıktı bunlar, sıcacık ağabeyler ablalar’ diye bağıran simitçi amcamızdan… Simit susamı taneleri kadar çoktu umutlarımız o zamanlar. Umutları bile eskittik geçen zaman ile.

Bir çocuk olsaydım keşke koşarken ayağım takılsaydı yerdeki tümseklere düşüverseydim öylece… Ağlasaydım dizimdeki kanı sile sile. Dirseklerimdeki tozlarda kalsaydı aklım. Uzanıverseydim bir süre yerde. En büyük acım bu olaydı keşke…

Bir çocuk olsaydım keşke. Elime yüzüme bulaştırarak yediğim çikolatayı tadar gibi yaşasaydım hayatı. Hayatı hayat gibi. Hayâ/(e)/t gibi…

Heyhat! Elime yüzüme bulaştırdım ebrulî düşleyip renksiz bulduğum hayalleri…

Bir çocuk olsaydım keşke. Babamın işten dönüşünü bekleseydim pürneşe. Gözlerim gülseydi onu görünce. Göstermeseydi zaman parmaklıklar ardında elleri buz kesmiş bir babayı. Hani okul çıkışında hapishaneye koşardım ya… Bu sefer babam beklerdi beni pürneşe. Gardiyanın soğuk gözleridir hala gözlerimin içinde saklı olan... Kimliklerimizi bir kenara atıp değiştirdik ruhlarımızı işte. Ben bir baba, babam masum bir çocuk… Hayat dediler… Zor dediler… Daha büyümedin dediler. Israrla büyüdüm diye haykırırken kendi sesimden ilerleyen zamanın tik tak’larını duyamamışım meğer.

Bir çocuk olsaydım keşke. Gök gürültülerinden korkardım ya hani, tek korkum gök gürültüsü olarak kalsaydı keşke. Korkularımla yüzleşmekten korkmayaydım ne var?


Bir çocuk olsaydım keşke. Geceleri uykusu gelen ve yatağına koşan bir çocuk. Annem saçlarımı okşardı ya bazı zamanlar… Ben, gözlerimi kapar uyumuş numarası yapardım. Üstelik annemin bu numaraya inandığını sanarak. Ne kadar masum sanma’larım vardı o zamanlar.

Şimdi uykularım gelmiyor gecelerde. Bir yargısız infazın kucağında katlettim uykularımı. Düşüncelerimi asarken idam sehpasında ve geçirirken boğazıma ilmeği, ilmek ilmek bir şeyler takılıyor boğazıma. Katil yaftasını da yapıştırıyorlar ya omzuma. Neyse… Neyse… Lodosların eşliğinde savurdum uykularımı göklere. Ve gece düştü uykularımı yolladıktan sonra kâğıdımın üzerine… Odur budur gönderemiyorum geceyi içimden…

‘Bak gece herkes sustu yine! Yarı ölümü tadıyorlar rahat bir tabutun içinde. Bense seninle konuşmayı tercih ediyorum hece hece. Tercihlerim vazgeçişlerim oluyor bazı yerlerde. Olsun diyorum, olsun. Ama koyu rengin çöküyor üzerime. Ağır geliyorsun omuzlarıma gece! Yüzleştirme beni kendimle… İçindeki gizli ben’i bana verme…’


Gece ‘seyret sus ve dinle’ diyor… Buğulu gözlerimle gecenin rengine karışıyorum, gözlerimin kara düşleri taşıyan kahverengisiyle…

Tam geceye dokunacakken ve boğulacakken dokunduğum gecenin karanlığında şafak sırıtıyor arsız arsız… Sokak lambaları yanıyor… Gözlerimi açıyorum, yine uyumuşum, gece yine küsüp gitmiş…

Uslandıramadım ki içimdeki çocuğu… Gündüzün kalabalıklığında, kalabalıklığımın yalnızlığında, yalnızlığımın –de halinde bir münzeviyim… Yavaş yavaş ölüyor muyum anne?
şahrud
şahrud

Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 18/01/09
Yaş : 32

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sahrud'un Yazıları Empty Aşkın Halleri

Mesaj tarafından şahrud Salı Şub. 03, 2009 3:55 pm

Aşkın Halleri…

Aşkın halleriydi sıra dışı ahvallere bürünüş sebebi. Yalın haliydi önce aşkın. Yalnızlığını yalınca bıraktı kendinden yana. Çevrenin kasvet verici kalabalığından sıyrılmaktı tüm çabası. İnsandan uzak, zaman kavramı olmayan bir mekâna gitmekti tek arzusu. Semaya açılırken hep elleri ‘beni bende yalnız bırak Sen’de kalabalıklaştır’ diyen bir fısıltıydı duaları. Sakin bir kafayla düşünmek istiyordu. Çevreye olan ilgisizliğinden tüm dikkatleri kendi üzerinde topladığının farkında değildi. Dedim ya aşkın yalın haliydi onun yaşadığı. Hayallerin berisi gerçeğin ilerisi bir dünya kurmuştu içinde. Kurmuş ki, sık sık oraya çekiliyordu. Heyhat çevredeki nüfus çekiyordu onu rengini henüz koyamadığı ve sık sık çekildiği dünya’dan… Gel diyordu yanındaki sesler gel… Çekiyorlardı onu karanlıklarının seyru seferinden… Ama o çıkmak istemiyordu içinin içinden…

Ve kopardılar onu yalınlıktan… Yalın ayak yarım çıplak bir çift gözle kalıverdi…

Aşkın –e halinden dem vurmaya başladı. İnsanlar onu öteledikçe uzak diyarlara o sanki ötelerde bir bekleyenim var edasıyla başka ahvallere bürünüyordu.

İstekleri… İstemedikleri… Başkalarının istedikleri… Yapmaya çalıştıkları… Düştükleri… Düşüp kalktıkları… Umutları… Hayalleri… Çavlan düşüren kinleri… Hepsini ama hepsini eylemsizleştirdi. O’na yöneldi. Dedim ya aşkın –e(yönelme) halindeydi. v/azgeçti her bir şeyden… Eline çocukluğundan kalan bir mavi tesbih aldı. Rengini çok seviyordu bu tesbihin. Mavi umutları serpiştirecekti can-evinin orta yerine. 33’er tane umut dedi içinden ve gülümsedi… İlk kez elleri titreyerek dokundu bir tesbihe. Ve ilk kez bir mana içinde baktı boncuk tanelerine. Manasızlığının manasında kaybolup başladı Sübhanallah demeye…

Sübhanallah…
Sübhanallah…
Sübhanallah…
Sübhanallah…




Çektikçe zikrini tadı damağında kalıyor ve bir kez daha en içten, Efendisinin (sav) sükûtları gibi derinden diyordu; Sübhanallah…

Yöneldiğinin noksanlıklardan uzak, kemal sıfatlarla muttasıf olduğunu dillendirdikçe dillendirdi… Yetmedi… Derin bir soluk alıp… Ve tüm kir paslarını soluğuyla verip, elhamdülillah dedi…

Elhamdülillah…
Elhamdülillah…
Elhamdülillah…



Hamdını diliyle tasdik kalbiyle ikrar etti… Şükrünün bolluğuyla genişledi kalbi. Bir sekine indi yüreğine. Biliyordu, ‘bittim Rabbim!’ dediğinde ‘yettim kulum’ diyen bir yöneldiği vardı onun.

İçinde kalmamalıydı. Rabbinin geniş rahmetini adaletini ve merhametini de dillendirmeliydi. Büyüktü rabbi çok büyüktü. Bir yâr aradığında kalbi, yâren olan rabbi vardı… Yanından yöresinden ayrılmayan bir dost arıyordu. Buldu, rabbi(si) vardı…
Sahildeki tüm kum taneleri evren… İçindeki tek bir kum tanesi dünya… O kum tanesinin atomlarının belki binde biriydi rabbinin büyüklüğünün yanında kendisi… Ama rabbi ona özel olduğunu hissettiriyordu. Açtığında elini dinliyordu. Ve yöneldi yine. –e halinde aşkın; Allahuekber dedi usulca…

Allahuekber…
Allahuekber…
Allahuekber…



Tesbih taneleri kadar çok umudu vardı artık… Kuraklaşmış gönlüne can suyu serpildi. Yeşerdi tüm umutlar… Tesbih taneleri kadar huzur indi gönlüne. Hala bunun şükründeydi… San’a geliyorum Sen’i seviyorum-lar tünedi diline artık…

Bir ‘vav’ olmak istiyordu içinin derinliklerinde… Biliyordu Rabbi ‘vav’ gibi mütevazı olsun istiyordu. Belki de ‘dal’ olmak lazımdı. Kırmak belini öylesine iki büklüm O’nun yolunda. Vav olamamanın vaveylasında s/ağır bir yük olmak istemedi kendine.

Aşkı tadar da insan, eşyaya takılı kalır mı hiç? Beyhude bir yaşamın ortasında saplanır mı?! Geçmez mi yar’dan can’dan… Gitmeyi düşünüyordu buralardan… Vav olma yolunda… İçi başka yerlerin türküsünü söylüyordu… —de halinde bir lütufkâr oldu. Uzaklaştıkça uzaklaşmak istiyordu bu maddeci ruhların ortasından…

Ve bir gün…
Bir gün…

O’nu bulamadığımız sadece bir gecenin bir sabahıydı…

Gitti… Bıraktı beşere olan aşkı… Eşyaya olan aşkı… Maddeye olan aşkı…

Güneş batmaya, dostlar s/atmaya, insanlar aldatmaya, kötülükler ayakta alkışlanmaya yakın dünyevî aşkların düştü –den halinden dem haline…


Şahrud!
Kaf ve Nun Nasiplisi
030209
şahrud
şahrud

Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 18/01/09
Yaş : 32

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sahrud'un Yazıları Empty Ölüm Oyunları

Mesaj tarafından şahrud C.tesi Mart 14, 2009 4:54 pm

(Oyuncular; Ben, Sesimin Aksi ve Ölüm)
( Perde II - İlk Perde de Yaşanan ölüm üzerine...)

----------------------------------------------------------------------------

Herkes bir parçamı alıyor benden;
Çöpçü çöpümü, dünya vaktimi ve ölüm beni...
(İbrahim TENEKECİ)

---------------------------------------------------------------------------

Alfabem ''ölüm''!
Duvarlarda ölüm yazıyor. Oyunumun tüm afişleri sanki ölüm figürleriyle süslenmiş, figüranlar bakışların mihverine sessiz çığlıkları savuruyorlar.

Bir fısıltı iç âlemim?
Kavuran bir fırtına?
Ürküten bir uğultu?

Cümleler gök gürültüsü. Heyelanlar oluşturur ölümün heceleri dil ucumda. Mavi ışıklar sarar yılmışlığı yıldırımlarla beraber. Korku ve ümit arası koşar düşüncelerim.

Gecemde ölgün soluklarımla beraber nereden estiği bilinmeyen serseri bir rüzgar.! Ve başlar hesaplaşmam içimdeki sesin kulaklarımdaki aksiyle.

Ah hilekar yüreğim, ah düzenbaz adımlarım, ah sevgiye olan saygısızlığım, ah yazgıma çektiğim isyanlarım, hüzzama boyanmış hislerim, hissedemeyişlerim, fikir sancısı içine düştüğüm anlarım. Hanginizi gözyaşlarımla paklayım? Nereye saklayım bu çirkef korkularımı? Hangi taşta bileyim gözlerime birikmiş eski zamanların nefretini!

Ah günahkar dilim, kalem bile kağıdın mahremiyetine girmezken; ikisinin de mahremiyetini zorlayan düşüncelerim?

Ey ölüm!
Soğuksun, sessizsin. Vücudumda bir titreme omuzlarımda kırgınlık! Etrafta sesler lal oldu sedalar kayıp. Her yüreğe bir ölüm sessizliği çöktü. Tüm sus?lar acıkan çocuklar gibi artık. Sus'ları doyurup us'landurmak gerek ölüm üzerine. Çat kapı, ya çalarsa kapı; geldiyse ecel, gelirse ecel, yok ki bir dirhem mecal?

Üşüyorum, çevremde hafif bir kıpırtı, kulağımı okşayan uğultular. Hangi mevsimdir ki bu ansızın yakalanıp bitmeyen bir üşümeye tutuldum?! Rüzgarlar ölümün korosu, nağmeler ölümü fısıldar enseme doğru; kaçamıyorum!

Ölüm!
Son b/ölüm, son sahne, son replikler?

D-üşüyorum!
Ölüm!?!

Ölümün düşünceleri bu kadar süsler mi ki cümleleri. Bileydim bunu daha önce hatırıma düşürürdüm ölüşleri?

Ölüm korkusunun sancısıyla bilerdim kelimeleri. Tane tane inci inci dizerdim noktaları. Son nefesime ünlemleri yapıştırır, müebbet sus?lara kenetlerdim paragraflarımı?

Hatırlaya-bileydim hatırlamaların imtihanları kolaylaştırdığını hatırıma düşürürdüm tüm hatıraları. Hepsinden birer soluk ibret koparır sırtımdaki ağır heybeme koyardım. Yollardan vuslat huzmeleri toplar yüzümü güneşe dönerdim; gönlüme baharın kokusunu düşürerek!

Ya şimdi, şimdi?

Öldürdüğüm zamanların katili ben!

Saatlerim soluk, yüzümde ilerleyen zamanın çilesi var. Hüzün vurmuş gönül kıyıma, şakaklarımda aklar!

Düşündükçe düşer olur oldum dipsiz kuyulara. Yusuf sesleniyor alacakaranlıklardan;

'Öldün ölmeden önce; şimdi ise af iste', diye.

Ve ben ve günahımı süsleyerek ve aldanmışlığımı aldatarak;

Af ya Rahman!


şahrud!
şahrud
şahrud

Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 18/01/09
Yaş : 32

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sahrud'un Yazıları Empty Geri: Sahrud'un Yazıları

Mesaj tarafından şahrud Cuma Nis. 17, 2009 11:52 pm

Halim Sana Beyandır...

Ağrıların başıma dem vurduğu bir sırada ayaklarım yolların sırtını kaşır oldu. Adres kâğıdım yok elimde. Her yol ayrımında kendime sağ tarafları seçtim sol yanımdaki sızıyla. Hep sağ tarafa yöneldim kesişen yolların oluşturduğu karmakarışık kavşaklardan. Nereye giderdi bu yolun sonu bilmiyorum. İlerledikçe çevremdeki nüfus azalıyor. Sesler kayboluyor. Sadece susuşları duyuyorum. Yolların düz olmasının suretime yüklediği kıvrımlarla yol-alıyorum ve tek başınalığımı çarpıyor yüzüme rüzgârın getirdiği esinti. Az ilerde bir minare yükseliyor. Camiye doğru koşuyorum bir yudum su dilenmek için. Dudaklarım kuruyup yapıştı kalbime. Ayaklarım nereye götürürse bedenimi oraya yöneliyorum; biçare. Düşüncelerimi erteledim bir süreliğine. Kelepçe vurdum her birine. Yavaş yavaş avluya doğru götürdü beni adımlarım. Merdivenlerden çıkarak ulaştım secde-gahlara. Ve işte cami halılarının motiflerine düştü yüzüm. Topladım yerden ilmik ilmik tekrar yerleştirdim çehreme yüzümü. Alnımdaki çizgilerde belirmeye başladı hüzün.



Sonra usulca; bir meltem okşadı cami avlusunun kapısının kapanmasıyla beraber yüreğimi. Ebruli bir ümit bırakıldı aniden. Yöneldim sevgiliye; kıbleye döndüm tüm bedenimle. Büyük bir yorgunlukla kaldırdım kollarımı omuz hizasına doğru tekbirle…



Ve Allahuekber dedim sessizce…



Gam yükünü taşıyan belimin ağrılarıyla rükûna vardım. Bir kez daha anladım dertlere hüzün-baz bir hamal olmanın ağırlığını. En güzel eğilişlerin senin önünde olduğunu. Doğruldum usulca bir hareketle. Bir hasreti erirken gördüm gözlerimde. Secdene vardım; alnımı dayadım, ve bıraktım kendimi; öylesine, tek nefeste, aheste aheste…



Tüm sancı ve ağrılarım diner oldu ya da ben hissetmez oldum onları. Hafif bir tebessüm üç beş damla hüzün ve paha biçilemez bir huzurla;



Sübhâne Rabbiyel A'lâ!


şahrud...
şahrud
şahrud

Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 18/01/09
Yaş : 32

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz