Dar-ül Erkam
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mustafa İslamoğlu

Aşağa gitmek

Mustafa İslamoğlu Empty Mustafa İslamoğlu

Mesaj tarafından Eyüp Coşkun Salı Ocak 06, 2009 6:34 pm


Her Müslüman bir testi su dökse İsrail’i sel alır, amma!..

Dökemez!..

Çünkü, bazı Müslümanların hiç testisi olmadı. Yolcu olmaya niyetleri yoktu. Bu nedenle, su kabı edinme ihtiyacını da duymadılar. Susadılarsa, kimin kabı olduğuna bakmadan, ağızlarına dayanan her mayiden içtiler. Kandılar mı, yandılar mı; kendileri de bilemediler.

Kartel televizyonlarını kazara açtığımda kendimi İsrail’de sanıyorum. İsrail-Filistin çatışmasından söz ediyor utanmaz bir yüz. Ardından da çatışmalarda şimdiye kadar 150’ye yakın insanın öldüğünü söylüyor. Üç-beşi hariç, ölenlerin tamamı Filistinli... ve İsrail’e akredite şanlı kartel basını, “çatışan taraflar”dan söz ediyor.

Hitler mi daha zalimdi, Barak mı? Kıyaslayamıyorum. 12 yaşında, İsrail askerlerinin kurşunlarıyla can veren Muhammed Cemal geliyor gözümün önüne, boğazıma bir şey düğümleniyor. Aklım eriyor, fakat elim ermiyor... hayıflanıyorum... ve dudaklarımdan o cümle dökülüyor:

Her Müslüman bir testi su dökse İsrail’i sel alır, amma!

Dökemez!

Çünkü, Müslümanlar’ın bir kısmı testiyi boş çeşmelerin altına koydular yıllardır, hatta yüzyıllardır. Bekle ki dolsun, susuz çeşmenin boş testisi, “Akıyor mu, akmıyor mu?” diye sormadılar. Babalarından kalmıştı ya bu çeşme, akmasa da olurdu. Baba yadigârı çeşmenin akmayanı, gürül gürül akan yeni artezyenlerden hayırlıydı. Bir de “Kurnasına kurban olam!” diye bir türkü tutturmazlar mı? Hay Allah akıl fikir versin! Yunus’u hatırlamadılar bile:

Çeşmelerde bardağın

Doldurmadan kor isen

Kırk yıl orda dursa da

Kendi dolası değil

***

İpekçi Ailesi, dönmelerin Mehdi’si Sabatay Zvi’nin torunlarıymış. Şu işe bak; “Mehdi” de nereden çıktı şimdi? Sahi bu Mehdi inancını onlar bizden çalmış olmasınlar sakın? Yoksa biz mi onlardan aldık? Kafam karıştı, yarın İbn Haldun’un ruhunu çağırıp ona soracağım; kimbilir, beni ikna eden bir cevap verir belki de.

Dışişleri Bakanımızın soyadı neydi? Şu tevafuka bakın! İsrailliler gerçekten şanslı. Onun için mi Türk Dışişleri, suyuna tirit açıklamalarla katliama seyirci kaldı? “Taraflara ateşkes çağrısı” ha! Ölenler ve öldürenler, kurt ve kuzu, katil ve maktul mü? Hangi “taraflar”! Kartel basınının yarısını İzmirli bir Sabataycı aile oluşturuyormuş. O da tıpkı dışişlerimiz gibi; “çatışan taraflar”dan söz ediyor. Ben bir tarafta taş atan Filistinli çocukları, öbür tarafta kurşun sıkan İsrail askerlerini görüyorum. Bir tarafta kaçışan insanları, ötede füze atan helikopterleri görüyorum. Birden yıllar öncesine gidiyor hafızam; İsrailoğulları’nın Hitler’i Ariel Şaron geliyor gözümün önüne, Sabra ve Şatilla geliyor, 991 tane kadın ve çocuğun delik-deşik edilmiş cesedi geliyor... ve dudaklarından şu cümle dökülüyor:

Her Müslüman bir testi su dökse İsrail’i sel alır, amma!..

Dökemez!

Çünkü bazı Müslümanlar, testilerini akan çeşmelerin altına koydular, fakat ağzını kapalı unuttular. Kendileri başında beyhude beklediler. Çünkü, Allah’ın verdiği akıllarını kullanmak yerine kaslarını kullanmakla yetindiler. Testinin içine damla su girmedi. Su aktı, Müslüman baktı. Su boşa gitti, zaman boşa gitti. Bizimkisi testisini doluyor sandı; ama sittin sene su altında dursa, kapağı kapalı testilerin dolmayacağını anlayamadı.

***

İsrail uçakları Konya Ovası’nda talim yapıp, gidip Filistinlileri, Lübnanlıları mı vuruyormuş? Konya’yı Türkiye’nin bir vilayeti bilirdik. O yanık türküdeki gibi; “Ağa ben ölmüş miyem”, Konya’yı İsrail mi işgal etmiş? Benim haberim olmamış mı? Sahi, Bağdat’ı bombalayan uçaklar da Adana’dan havalanmamışlar mıydı? Hay Allah! Ne berbat hafızam var benim; ne de çabuk unuttum!

Urfa’da İsrail’in kaç şirketi vardı hele? GAP’ı daha doğmadan kimin kundağına sardılardı? O GAP’ı “gaptırmayan” şişman adamın keyfi gıcırında mı? O da bilir mi “evlât acısını?” Sahi, o neler hissetti 12’sindeki Muhammed’in İsrailli asker tarafından kurşun yağmuruna tutulduğu “naklen cinayet”i izlerken? O şişman adam, onun yağlı dostları, gıdığı sarkmış dostları, eli şampanyalı dostları, başı külahlı beli silahlı dostları... Onların da sızlayacak bir yürekleri, kanayacak bir vicdanları var mıdır?

İsrail büyükelçisi; “Kendimizi savunacağız!” diyordu. Hitler’in, gözü dönmüş bir halde “Yahudilere karşı kendimizi savunacağız!” diyen hali geldi gözümün önüne. Kim demişti “aşk nefretle başlar” diye? Tarihin garip cilvesine bakın: Nazilerin ruhu İsrail’de hortladı. Türkiye’yi yönetenler Führer’in önünde tek kollarını 75 derecelik açıyla sertçe kaldırarak bağırıyorlar: “Heil Barak! Heil Barak!” Ve benim dudaklarımdan o cümle dökülüyor:

Her Müslüman bir testi su dökse İsrail’i sel alır, amma!

Dökemez!

Çünkü, testilerin dibi delik. Tıpkı Seyrani’nin cebi gibi: “Seyrani’nin cebi delik/Ne koyarsan döker saçar” İçinde su durmaz. Benim gariban Müslüman’ım; testiye, suya, suyun başına gelecek dermana, testinin kapağını açacak ele sahip olmuştur da, dibine bakacak akıl ve basirete sahip olamamıştır. Bir de saf saf sorar: “Şöyle bir zamanda başka konu kalmadı da “Kur’an’a dokunurken abdest almak farzdır” diyenleri gündeme taşımak mı kaldı?” diye! Bilmez ki, aslında bizim gündeme getirdiğimiz dibi delik testisidir, testisi!

Dünyadaki tüm nüfusu İstanbul kadar olmayan bir millet, bir buçuk milyarlık İslâm ailesinin çocuklarını, gözlerinin içine baka baka öldürüyor. Yahudi’ye küfretmek hiçbir şeyi çözmez, ancak küfürbazı tatmin eder. Konuyu siyasi ya da askeri gerekçelerle açıklamak ise, topu taca atmaktır. Biz bu zillete bir günde düşmedik, bunun dünü var, dünü!..

Bu bir musibettir, bu bir belâdır! Uhud acısını iliklerinde hisseden sahabe gibi “Bu belâ başımıza nereden geldi?” diye sorma dürüstlüğünü gösterirsek, cevabı Kur’an verecektir:

“Bu, sizin kendi eserinizdir!” (3.165)
Eyüp Coşkun
Eyüp Coşkun
Admin

Mesaj Sayısı : 154
Kayıt tarihi : 06/01/09

https://darulerkam.forum.st

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Mustafa İslamoğlu Empty Geeeeç !

Mesaj tarafından Eyüp Coşkun Perş. Ocak 15, 2009 10:58 pm

Asıl adı Numan olduğu halde onu hep Kara Müftü diye anarlardı. Neredeyse kimse gerçek adını bilmezdi. Doğduğum ilçenin geçmişte müftülüğünü yapmış olan bu Osmanlı müderrisi, pedere de hocalık yapmıştı. Şimdi o diri imandan geriye, başta torunu ve sevgili dostum Profesör Lütfullah Cebeci olmak üzere bir çok hatıra kalmış bulunuyor.
Müminlerin zekatlarına el koymak için duvarlara yapıştırılan Türk Hava Kurumu afişini bastonunun ucuyla yırttığı için sürgün edilmiş bir âlimdi Kara Müftü. Ondan kalan tek hatıra bu değil. Olayı yaşayan onlarca ağızdan dinlediğim bir başka hatırasını. Üzerinden 60 yıl geçtiği halde, aynı şartları yaşadığımız, neredeyse 1940'lı yıllara geri döndüğümüz şu günlerde, dehşet bir sancıyla yeniden hatırladım o anıyı.
Şeflik dönemidir. Yer demir gök bakırdır. Allah demenin yasak olduğu, Kur'an öğrenmenin suç sayıldığı, samanlıklarda Kur'an öğretildiği zor ve kor günlerdir. Kara Müftü, müftülüğünü yaptığı ilçe camiine çıkar ve cemaate Kur'an'ı tefsir etmeye çalışır.
"Etmeye çalışır" dedim, çünkü edemez. Mesela Bakara suresinin 11. âyetini işlemektedir: "Kendilerine yeryüzündeki yozlaşma ve çürümeye yol açmayın denildiğinde, onlar kendilerini şöyle savunurlar: Bizim amacımız sadece ıslahat yapmaktır." Ya da Hud suresinin 113. âyeti: "Zulmedenlere eğilim göstermeyin, sonra size de ateş dokunur!"
İşte müftü bu gibi ayetlere geldiğinde, sesi soluğu kesilir, dudakları titremeye başlar, zaten esmer olan çehresi daha da esmerleşir ve bu hal bir gözyaşı sağanağı halinde kendini dışa vurur. Yanaklarından sessizce yaş süzülen müftünün ağzından tek sözcük duyulur:
"Geeeeç!"
O, müfessirlerin sayfalar dolusu tefsir ettikleri bu 'netameli' ayetleri bir sözcükle, evet topu topu bir sözcükle tefsir etmiştir:
"Geeeeç!"
Geçseydi bari ya? Ne gezer, geçmedi ki! Geçseydi, bazı gerçekleri kaleme dökmek istediğimizde, dilimiz damağımız kurur, yutkunmaya başlayıp en sonunda biz de dört elif miktarı bir "Geeeeç!" çeker miydik?
Mesela ermeni soykırımı iddiasında gördüğümüz tavırlar...
"Tarihi tarihçilere bırakalım", öyle mi? Güzel! Peki bunu diyenler, hiç aynaya baktılar mı? Osmanlı tarihine küfrederken, ders kitaplarına Osmanlı düşmanlığını bir amentü gibi yerleştirirken, neredeydiler? Üstelik bunu yapanlar Fransız kanı da taşımıyorlardı. Ama onlar Fransız kafası taşıyorlardı ve bu nedenle ülkelerine, kendi öz değerlerine Fransız kalmışlardı. Hatta Fransız'dan beter düşman olmuşlardı. Neden kalmışlardı peki? Onlar bu Fransız kafasını nasıl edinmiştiler? Bu ülkeye nereden gelmiştiler ve nerede yetiştirilmiştiler?
Geeeeç!
Tarihi tarihçilere bırakalım, eyvallah! Fakat, üç çeyrek yüzyıldır köşe bucak kaçırdığımız arşivleri, tarihçilere sonuna kadar açarak. TBMM arşivini, Cumhurbaşkanlığı arşivini, Genelkurmay arşivini ve diğerlerini... "Osmanlı arşivlerini" de diyeceğim ama Osmanlı arşivleri kelimenin tam anlamıyla "temizlenmiş" durumda. İyi ya diyeceksiniz, "temizlenmişse" açılabilir, açsınlar o halde! Bu sefer de adam yok, ödenek yok, yeterli uzman yok... İnanmazsanız gidin bakın, hazine değerinde Osmanlı arşivi yeni yaptırılan hangarlarda adeta birileri ateşe versin diye 'azıtılmış' durumda. Geri dönüp soralım: arşivler niçin açılmaz? Açılsa ortaya bir şeyler mi saçılır? Saçılırsa kimin hatırına dokunur? Kimler itibar kaybeder ve kimler itibar kazanır?
Geeeeç!
Yukarıdaki soruları Kemal Tahir'e sorun, fakat aman ha aman Ergun Aybars'a sormayın; o resmi ideolojinin şamanlarınca 'okunmuş' ve 'tütsülenmiştir'. Murat Bardakçı'ya bile sorabilirsiniz, fakat Toktamış Ateş'e hiç sormayın; orta öğretim kurumlarının Milli Güvenlik Derslerinde okutulan kitabında Osmanlı'yı Türkleri egemenliği altında inleten (!!!) bir işgalci güç olarak takdim eden bir tarih dehası o. Şimdi ben Ermeni'ye, Fransız'a ne derim ki! Onlara gelmeden önce birilerine bir şeyler demem gerek. Fransız mallarını boykot etmeliymişiz. Edelim edelim de; şey.. nasıl söylesem bilmem ki: Fransızların Renault markasını Türkiye'ye pazarlayan OYAK'a bir çift laf söylemem gerek, fakat söyleyemem. Niçin söyleyemem?
Geeeeç!
Katar'dan dünyaya kaliteli ve objektif haber yayını yapan el-Cezire televizyonu, Türkiye'den Ermeni soykırımı iddialarına karşı Türkiye'nin resmi tezini savunacak Arapça bilen birini çağırmış. Ermeni Dokumantasyon Merkezi Müdürü Ohannes'e karşı canlı yayında tezimizi savunacakmış. Üç kez yinelenen bu talebe Türkiye'nin resmi kurumlarından bu evsafta birinin bulunmadığı cevabını almışmış el-Cezire. Olmadığını sanmıyorum, fakat bu vurdumduymazlığa da hiç şaşırmadım doğrusu. "Talep İsrail televizyonundan gelseydi?" diye düşünüyorum. Onu geçelim, yaptığı kaliteli ve küresel yayınlarla sadece dünyadaki Arap aydınlarının değil, benim gibi Arap coğrafyası dışındaki binlerce insanın da izlediği bir TV'de tezinizi isbat edecek birini bulamıyorsanız, yazık! "Jinsa adlı Yahudi örgütü bir Türk generaline neden ödül verir?" sorusu dilimi yakar, soramam. Ama şunu sorabilirim: Tanıtım Fonu'na ayrılan milyon dolarlardan pay kapmak için Yahudi lobisine mensup olmak ya da İsrail âşığı olmak şart mı? Sorumun cevabı, açık ve net olarak "evet"tir. Neden "evet" peki? İşte ona vereceğim tek bir cevabım vardır:
Geeeeç!


Sami Hocaoğlu
Eyüp Coşkun
Eyüp Coşkun
Admin

Mesaj Sayısı : 154
Kayıt tarihi : 06/01/09

https://darulerkam.forum.st

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz